3 Mayıs 2014 Cumartesi

dar kapı..


Dar kapı.. ve Pastoral senfoni..



Bundan uzun yıllar önce derste edebiyat öğretmenimizin söylediği bir cümleye kafam takıldığı için, o ay gelen harçlığımın neredeyse yarısını, henüz anlatmak istemediğini söylediği o kitaba verip almıştım. Kitapçı yüzüme biraz dikkatlice bakıp kim için aldığımı sormuştu.. Ben de "sakıncalı mıdır okumak" diye sorusuna soru ile yanıt verince, "yooo sadece sen ne anlarsın bu kitaptan diye sormuştum" demişti..

Kitap okumak, okuduğumu sindirmek, farklı kurgulamak, aradan birkaç ay geçince yeniden okuyup daha farklı bir kapıdan geçip o okuduklarımı değerlendirebilmek benim en masum doyuma ulaşma yolumdu o yaşlarda.. Yaşım 15-16 idi ..

O yaz, annem yaş günümde, iç sayfasına, “genç kızlığa adım attığın bugün hep kendinle gururlanacağın bir gençlik yaşamanı diliyorum kızım” diye yazdığı, 'Genç kızlar' adında bir roman hediye etmişti. Romanın konusu, bir yatılı okulda aynı öğretmene aşık olan üç genç kızın birbirleri ile gizli yarışı ve aşkları idi.. Annemin, böyle bir konunun bizzat yaşanacağı bir ortamda oluşumu hiç hesaba katmamış olmasına şaşırmış, ama bunu bana olan güvenine verip sevinmiştim..


Tatil bitmiş okullar açılmıştı.. Yatılı okulun son yılının ilk günü idi!.. Tatilden dönen kızların birbirlerine yarısı uyduruk hayâl mahsulü tatil aşklarını anlattığı curcunadan çıkıp, ilk dersimize adım attığımız gün.. Edebiyat dersinde, yaz tatilinde okumamız istenen 3 kitaptan istediğimiz birisini seçip kısaca anlatmamızı istemişti hocamız. İsteğe göre parmak kaldıranlara söz hakkı verip oturdukları yerde kitabı özetlemelerini istiyordu..

Kıkır kıkır… fıkır fıkır… kızlar… okudukları romanları anlatırken, hocamız büyük bir ciddiyetle defterine notlar yazıyordu.. Arkadaşların anlatacağı bittiğinde “şimdi kim?” diye soruyor ve parmağıyla işaret edip “sen anlat bakalım" diyordu.

Dersin sonlarına doğru anlatanın söyleyecekleri bitince kafasını not aldığı defterden kaldırmadan “gülsen sen anlat bakalım” dedi.. Ben biraz ukalâ ama çokça kendinden emin, “herkes anladığım kadarıyla aşk romanı okumuş hocam” dedim. Hiç fikir belirtmeden kısaca “okuduğun kitabın adı?” diye sordu.. “Dar kapı” dedim.. Çok ama çok şaşırdı ve hafif alaylı bir ses tonuyla “anladın mı bari?” diye sordu bu sefer. Kızlar çok mutlu olup kıkırdadılar.. ama ben son derece masum “anlayamadığım yerleri size soracağım hocam” dedim. Kaşlarını çatıp sertçe “dinliyoruz” diye eliyle başlamamı işaret etti ama daha ben başlamadan hemen ekledi. “Andre Gide oldukça zor anlaşılabilen eserler yazmıştır.. ağır eserlerdir ve henüz bunları çözebilecek gelişmeyi tamamladığınızı zannetmiyorum.. ayrıca ben sana yaz tatiline giderken de söylemiştim bu kitap ile ilgili fikrimi.” dedikten sonra not almayı bıraktı arkasına yaslandı ve beni dinlemeye başladı.

- aşk fedakârlık istiyormuş.. aslında aşkı değil de, insan varlığına ait sorgulamayı öğrenmemiz gerekiyormuş.. Bu nedenle biz bir aşk romanını okurken aslında, insan varlığına ilişkin sorgulamayı okumuş oluyormuşuz.. 

“tamam” diye kesti yarım yamalak anlatışımı ve bu sefer munis bir ses tonu ile devam etti. "Bu kitap henüz anlamını tam olarak kavrayamayacağınız kadar ağır sizler için, o nedenle sen bize kısaca, kitap hakkında kendi fikrini söyle" dedi. Biraz düşündüm ve anlatmak istediklerimin hepsinden vaz geçip, “Dar kapı- denen yer, tanrıya gidilen dar bir yolmuş ve o yolu herkes tek başına yürüyecekmiş. İki kişinin beraber yürüyebileceği ve geçebileceği kadar geniş değilmiş ne yol ne de kapı” dedim..


***

Mezuniyet töreninde, okul idaresinin mezun olduğumuz ve öğretmen olduğumuz için hepimize ayrı ayrı hediye ettiği
kitapları deli gibi kapışırken bana verilen kitabın “pastoral senfoni ” adlı bir roman olduğunu ve yazarının da Andre Gide olduğunu görünce, Bursa/ Dağcılık kulübünde verilen veda gecesinin kulakları sağır eden o cümbüşü içinde hocama yaklaşmış ve “şimdi sizce ben artık bunu anlayabilecek kadar büyüdüm mü hocam?" diye sormuştum..  “Bilemem” demişti, sarı ve çarpık dişlerini gösteren gülüşüyle.. “ama son cümleyi ömrün olduğu süre hatırlayacağına ve unutmayacağına eminim.. 


***
göz görmeden, gönül gözü ile sevilen yüz  görünür hale geldiğinde, aslında düşlenenin, bir başka yüz olduğu anlaşılır.”

Andre Gide. /pastoral senfoni.

 
 
 


 

27 yorum:

Newbahar dedi ki...

Düşlenen düşlendiği yerde kalmalı o zaman! O zaman hayal kırıklıklarımız olmazdı.
Ne güzeldi Gülsen hocam, romanın içinde roman gibi yazdıklarınız..

gülsen VAROL dedi ki...

Çok doğru bir tespit Gül-izim ama o zaman, hatanın nerede ve kimde olduğunu nasıl anlardık? Yanlış yerlerde ve yüzlerde takılı kalışın enkazına ne yazık ki tecrübe deniyor..

Hüseyin Güzel dedi ki...

Lise öğrencisi ve mezuniyet sonrası...Bence de o soruyu ömrü olduğunca düşünmüş olmalı. Lakin cevabını tam olarak verebilmiş midir acaba işte orası meçhul Gülsen öğretmenim. Bir solukta okunan bir anı. Kaleminize sağlık.

nalan dedi ki...

Vaaaay,
nutkum tutuldu okurken...
Andre Gide'in sözüne de derim ki;abi kanser olunca hiç bir yüzün önemi kalmıyor...aynada sadece kendi yüzün var artık.
Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum hocam ama bildiğim şu ki bu durumdan hiç şikayet etmiyorum.Önce Nalan.Eğer beni anlarsan bana da anlat lütfen olur mu?

gülsen VAROL dedi ki...

Egoizm insanın doğasında var zaten Nalân.. bir de üstüne ciddi bir rahatsızlık eklenince, egonun tavan yapması kaçınılmaz ve de en doğru olanı da bu düşünce bence.. Ama unutma.. tüm sevdiklerin ve de seni sevenler için "Önce Nalân!"

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Dar kapı denen yerin tasviri o yaşa göre çok zekice geldi bana. O'nun üzerine inşa edilen yılların tecrübesi değil midir kapıyı az da olsa genişleten? Ne de olsa her kapı
eski kapıları arattığı gibi aynı boyutta olmuyor Hoca'm.

Güzel bir Pazar günü dileklerimle...

Makbule Abalı dedi ki...

Yıllar önce okuduğumuz kitapları yıllar sonra yeniden okumak, altını çizdiğimiz satırlara yeni anlamlar yüklemek, farklı bakış açılarıyla dünyayı yeniden algılamaya çalışmak.
Gençlik yıllarımızda okumak bir tutkuydu.Varlık Yayınları, o küçücük kitaplar içlerinde nasıl da bir derya barındırırdı. Andre Gide, Steinbeck, Dostoyevski, Andre Maurois o yılların vazgeçilmezleriydi.
Şimdiki kuşaklar televizyon ve bilgisayara tutsak olmazlarsa daha kazançlı çıkacaklar sanırım.
Aydınlık günler.

tufan dedi ki...

İnsan yaşamını şekillendirirken ailenin ne kadar önemli bir faktör olduğunu başkalarının hikayelerini okurken ya da dinlerken fark ediyor, şimdi dedeme daha çok kızıyorum annemi okula göndermediği için!

Kadınların erkeklerden daha önce olgunluğa eriştikleri bir sır değil, bazen verilen iki satır cevap yaşamın rotasını değiştirebilir, ya da peşin hükümleri kırabilir..

Tanrıya gidilen yolun dar ve tek kişilik oluşuna inanın sevgili hocam herkesten çok ben seviniyorum, en azından bazıları yalancı şahitlerini yanında götüremeyecek!

“göz görmeden, gönül gözü ile sevilen yüz görünür hale geldiğinde, aslında düşlenenin, bir başka yüz olduğu anlaşılır.”

Doğrudur, kalp şekilci değil ki!

"Gördüğünü herkes sever, Sen onda kimsenin görmediğini bulacaksın. Eğer gerçek aşk istiyorsan; Ten'e değil, kalbe dokunacaksın." Demiş Hz. Mevlana sevgili hocam..

Saygılar sevgiler..

gülsen VAROL dedi ki...

O yaşlarda sorular ne kadar zor olursa olsun cevapları çözüme basitçe ulaşabilecek içerik taşırdı Hüseyin hocam.. bunu herkes bilir! Tecrübeyle sabittir.. :))
Ve sen, bir solukta okunan nice anıların yazarı, SEN, neyin cevabı tam olarak verilebilmiş söyler misin?

gülsen VAROL dedi ki...

Çok haklısın sevgili Mehmet.. algılamanın farklılığı bile olayların seyrini bambaşka boyutlara taşımakta. Yılların tecrübesi sence işe yarıyor mu dersin?

gülsen VAROL dedi ki...

Sevgili Makbule.. hani sofralar vardır üstü yiyecekle dolup taşan ama oturduğunda dişine göre bir lokma bulamaz sadece seyredersin. Yine sofralar vardır hangisi ile aç karnını doyuracağını şaşırdığın ve doymak bilmediğin. Senin yorumların da, insanın aç ruhunu doyuracak nitelikte oku oku doymuyor insan.

gülsen VAROL dedi ki...

Senin yorumlarını onaylamadan önce kaç kere okuduğumu ben de bilmiyorum Tufan.. Öğüt gibi mi desem... ikaz gibi mi desem... hiç duymadığım ya da duyup tam algılayamadığım bilgi gibi mi desem.. Takdirin dozunu abartan bir dostun seslenişi gibi mi desem???? İşte böyle.. hepsini harmanlayıp okuyup sindirip.. öyle onaylıyorum yorumlarını.
Ve ne mutlu bana ki, sayfama yorum bırakan bilâistisna herkes, gerek kültür gerekse bilgi hazinesi zenginliği açısından benim doyumsuz ruhumun eksiklerini tamamlamakta..

ELİF dedi ki...

Sevgili Gülsen hocam..
Öyle güzel okuyordum ki yazını bir de baktım ki sonuna gelmişim.Aslında biraz daha uzun olmasını da isterdim.
Buraya yazdığınız cümlelerin hepsi sorgulayıcı ve ögüt verici,o öğütleri anlayıp kavramak da en önemli olanı değil mi?
Yaşam bir salıncak misali bir o yana bir bu yana sallanıp dururken bizi,biz kendi içimizde kayboluyoruz.
Ben sizi göremesem de biliyorum ki bana ait cümleler o minicik yüreğinizden bana sesleniyor.Ben size bir yüz çizmedim,çünkü yüreği bir kalıba koymak olmaz.
Sevgimle...

nihansu dedi ki...

Ne kadar anlamlı ne kadar özgün düşüncelerle donatılmış bir yazı ve cümleler... Zaten bayılıyorum bu anılarla birlikte gelen ve zaman geçtikçe hiç bir şekilde anlamını yitirmeyen düşüncelere ve sizin bunları ifade edişinize... Hayatımızın ne çok dar kapısı var değil mi? En dar kapı hangisi diye sorsam kim
bilir kaç farklı cevap çıkar?

Ve son cümle bana şunu çağrıştırdı; üzerlerine giydirdiğim elbiselerin altında aslında o elbiseleri taşıyamayan ne çok beden var, benim var ettiğim ama üzerinde taşımayı dahi hak etmeyecek bedenler.. Bir resim gibi, kendim çiziyorum, boyuyorum, sonra zaman geçiyor, siliniyor renkler, bir de bakmışım aslında resim yokmuş. Bu dar bir kapı değil de ne ki?

gülsen VAROL dedi ki...

Buraya yazdıklarım, öğüt verdiğine inandığım yazılardan aklımda kalanlar.. yoksa benim öğüt vermem ne haddime Elif'im? Aklı olan ve bu aklı zekası ile bütünleştiren, zaten okuduğu her şeyden bir tutam alıp saklıyor yüreğinin köşesinde.. sonra bakıyor bir gün, o sakladığı bir tutam, bir tutam saçın örttüğü yüz oluvermiş!

gülsen VAROL dedi ki...

Nihan'ım.. bizler, (ben de dahil) okuduğumuz yazıları veya bir kitabı aslında yeniden yazıp şekillendiriyoruz kafamızda.. anlam yüklüyoruz ve hatta esas anlamı değiştirip yönünü değiştiriyoruz bir bakıma.. tıpkı buradaki "dar kapı" gibi..
Senin yorumunu okuyunca, az önce yazdığım ve henüz yayınlamayı düşünmediğim "zamanın tahribatı" diye başlık attığım yazımı yeniden okudum.. sanki birebir o yazım için yapılmış bir yorum gibi geldi bana..
Benim anladığım, herkesin geçeceği bir dar kapı var ve ister inan ister inanma o kapıdan TEK BAŞINA VE ELİNDE AYAKKABI KUTUSU OLMADAN geçecek insaoğlu.. :))))

ali zafer sapci dedi ki...

Bıraktığınız yoruma hak vererek USTA başlıklı yazımı kaldırdım. Uyarınız için teşekkürler.

ali zafer sapci dedi ki...

Sanıyorum yorum göndermede ya da benim blogger da hata oluyor. Sizden gelen- biri hariç, kaldırdığım yazı için olan- bütün yorumları severek, dikkate alarak yayınlıyorum. USTA yazısını kaldırdığım için yorumunuzun görünmesini istemeyeceğinizi düşünmüştüm. Eleştirilerinizi dikkate alıyorum, yol gösteriyorsunuz, lütfen devam edn!

Akgül Çubukçu dedi ki...

Gülsen hocam, ben yazınıza farklı bir açıdan baktım. Sizin hayatınızdan kesitleri ve duyguları içeren anılarınıza bayılıyorum. Özellikle o ilk gençlik yıllarınızdaki duygularınızı, düşüncelerinizi, yaşadıklarınızı bu kadar ayrıntılı hatırlayabilmenizi hayranlıkla takip ediyorum.

Yine kaptırıp, keyifle izlediğim bir film gibi içine girdim, anlattıklarınız gözümün önünde canlandı, olaylar su gibi aktı, çabucak bitti, tadı damağımda kaldı.

Bu kez içerikle ilgili herhangi bir değerlendirme yapmadım, kendi duygu ve düşüncelerimi bu güzelliğin içine katmadım. Kısacası, zevk aldığım yazınızı okumanın keyfini çıkardım. Çok teşekkür ediyor ve sevgilerimi gönderiyorum.

gülsen VAROL dedi ki...

Aslında benim istediğim şekli ile, yani okuyanların olayları kendi duygularında veya yaşamlarında özümsemeleri ile yorumlamana sevindin sevgili Anjelika.. Bu çok önemli benim için.. Yani yazılanların değil okunanların okuyanların dünyasında ne ifade ettiği? Okuyan, okumanın keyfini çıkartabiliyorsa yazdıklarımdan ne mutlu bana.

hikayelerdirgeriyekalan dedi ki...

Bu nedenle biz bir aşk romanını okurken aslında, insan varlığına ilişkin sorgulamayı okumuş oluyormuşuz..
çok doğru tesbit:)

sayfamda da paylaştığım ,pastoral senfoni den bir alıntı "Eğer sevginin sınırları varsa, bu sınırları insanlar koymuştur Tanrım, Sen değil"

Anne öğretmen öğrenci arasında geçen bu muhteşem anınızı tebessümümle okudum,harikasınız çok teşekkürler,var olun..bu vesileyle anneler gününüzü kutluyorum.. en derin Sevgilerimle Saygılar

Hasan Güler dedi ki...

Böylesine güzel yazıya, nasıl yorum yazılabilir ki.
Fakat sizin daha o yaşlarda böylesine güzel makaleler yazacağınızın, işaretini okudum.
Blog sayfalarında en çok etkili yazarlardan birisi ve belki de birincisi sizsiniz.
Sizin yazılarınızı büyük bir beğeni ve hayranlıkla okuyorum.
İYİKİ VARSINIZ.

gülsen VAROL dedi ki...

Yol göstermek ne haddime sevgili Alizafer.. sadece son derece doğal olarak abartısız fikrimi söylüyorum, sanki karşımdaymış gibi değer verdiğim yazıları yazan.. Anlayışına ve takdirine teşekkür ederim.

gülsen VAROL dedi ki...

Teşekkür ederim Hikâyem.. Annemim her annede olan içgüdüleri ve eğitimci yönü, benim doğru yolumu bulmamda tek ışık olmuştur..

gülsen VAROL dedi ki...

Teşekkür ederim Hasan bey.. Eski bir blog dostunu yeniden sayfamda gördüğüm için memnunum.

Asortik Krep dedi ki...

Bazen öyle anlar olur ki uzun bir zamanın en iyi cümlelerini okur insan, sanırım bu yazı da beni bir tokat çarpması kadar sarstı...Seviyorum ben bu yazılarınızı,keşfetmeyi,okumayı, dersler çıkarmayı ve gizli mesajlarını :)) Kısacası sizi.

gülsen VAROL dedi ki...

Urfa'da katıldığım sıra gecelerinki toplantıda bir konuşmacı, "çok güzel ama beni etkilemedi" demişti bir başka konuşmacının anlattıklarına. İlk tepkim şaşırmak olmuştu daha sonra oldukça uzun süre düşünmüş etkisinde kalmıştım cümlenin.. Yıllar sonra yine aynı edebiyatçı ile bir başka şehirde karşılaştığımda bunu ona söyleme fırsatı buldum. "güzel bulduğum neydi?" diye sordu önce,
"hatırlamıyorum" deyince de güldü ve "ama o hatırlamadığın güzelliğin beni etkilemediğini hatırlıyorsun" dedi sonra da sordu.. "hangi içerik önemli sence?"..

İnsanı etkileyen, onun hayatında yer tutandır diye düşünürüm bu yüzden.. Bilmem anlatabildim mi?? :))))