17 Eylül 2016 Cumartesi

Benim için 17 Eylül' ün sene-i devriyesi..

                                                                                                                          
O zamanlar, konuşulanları duymadığımı, ve duyduklarımdan da bir şey anlayamadığımı düşündükleri yaşlardaydım..

- Tarihi bir dönem yaşıyoruz hanım..
- Büyük bir değişim sürecine girdi ülke..
- Bu günlerin kıymetini bilin..

Bu tür konuşmalar hemen hemen her gün tekrarlanan bir tiyatro sahnesine döndürmüştü evimizin salonunu..
Hani o eski Rum kilisesinden bozma evimiz vardı ya, işte o yıllarda o devasa salonda biz kardeşler bir köşede oynarken,  AGA radyonun üstündeki dantel örtüyü kaldırıp, devamlı parazit yapan radyonun kumaşla kaplı hoparlörüne yanaşıp ajansı dinleyen babam, babamın inadına cumhuriyet gazetesini okuyan anneme böyle söylerdi..
Bugün gibi hatırlıyorum..

- O sağır bu ülkeye hizmet edemez..
- Deme öyle ya bi duyan olsa..
- Duyan benden farklı mı düşünecek?
- Ya düşünürse.. deme yine de sen..

Her çocuk gibi, çocuk aklımla babamı kızdıranın kötü bir insan olduğuna inanırdım o zamanlar.. ne adını bilirdim ne de kim olduğunu.. Ama korkardım.. babamın ilk zamanlar yastığının altında, daha sonraları annemin ikazları ile yatağının altında duran o siyah tabancadan çok korkardım.. Bu nedenle iş paylaşımı yapılan evimizde bedenimin zorlandığı pek çok işi gık bile demeden yaptığım halde, yatakları toplama sırası bana geldiğinde, ablalarımdan dayak yemeyi bile göze alıp toplamazdım babamın yatağını..

Şimdi, kurşun sıkmayı düşündüğüne göre çok kötü bir insan olmalıydı o anlattığı!.. Benden yaşça oldukça büyük ablalarımın kendi sorunları ile ilgilendikleri veya oyunlar oynadıkları ya da gizli gizli "Kerime Nadir" in romanlarını okudukları geceler, ben hiç gizlenmeden, hiç anlayamadığım haberleri dinler, babamın yorumlarına kulak kabartırdım..

 ***
-Düşünsene bu adamın memlekete faydalı olacağına inansaydıAtatürk öldürme emri verir miydi?
-Ya ben ona inanmıyorum olur mu öyle şey?
-O zaman okuduklarından bir şey anlamıyorsun demektir
-İyi de silah arkadaşı bunlar, aynı cephede savaştılar   
 yurdun  kurtuluşunda Atatürk ve İnönü..
-İyi ya işte bak sen de ikinci olarak onun adını söyledin..
-İyi de zaten ikinci adam o!
-Bak hanım bu adam ikinci adam olmayı yediremediği için  o kinine ve inadına mağlup olarak o dürüst kürtleri de  kendi safına  toplamaya başladı. Sen daha chp ye oy ver dur..
-A-aaa sen de iyice sapıttın ama.. CHP Atatürk'ün  kurduğu bir parti.. tabii tüm oyum onlara..
-Tamam hatun tamam sen burnunun dikine git.. Bir gün  halk partisi de anlayacak oynanan oyunu ama iş işten geçecek.. O zaman bana rahmet okursun..

***

Sanki beynimin kayıt tıkırtılarını duyardım onları dinlerken.. harf kaçırmadan ruh gibi konuşulanları kayda aldığında!! Çünki genel olarak konuşmayı pek sevmeyen babam sadece bu konu açıldığında hiç susmak bilmezdi..  

-Ölüm döşeğinde yalan söylediler ATA' ya.. Tarih  hesap soracak bir gün.. tabii o zamana kadar yönetim önce gizli sonra aşikâr olarak cumhuriyetin temelini oyanların yönetimine geçmezse..        
 
-Allah aşkına çocukların yanında konuşma, kulaklarında kalır, gider okulda söylerler..

-Sen okumuş bir kadın olacaksın ama benden daha cahilsin. Bu adamın ölüm emrini verdi Atatürk.. niye diye hiç düşündün mü? Bu ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketin, ileride onun başının altından çıkacağını bildiği için.. ve "öldürüldü" diye hasta yatağında haber geldiği için de, yaşadıkları sürece çocuklarına devlet kasasından ömür boyu maaş bağlattı.


 ***

Uzar giderdi bu konuşmalar.. hele kış geceleri.. havanın buz gibi olduğu geceler büyük kuzinenin etrafında toplanıldığı zaman .. radyoda Münir Nurettin Selçuk avaz avaz "hı" hı! diye  kaideli kaideli şarkı söylerken!.. “Yâdeller aldı beni gurbete saldı beni.. yardan ayırdı felek...” dediğinde babam dalar giderdi, onun şarkısıydı bu.. O, hayâllerini seyrederken ben de onu seyrederdim.. O sert ifadenin yok oluşuna o çatık kaşların düzelmesine bir şarkının sebep oluşuna şaşar kalırdım.. Bilemezdim çocuk aklımla yaşadığımız şehrin babam için "yâd el" olduğunu  ve bizlerden başka, ayrılışına üzülebileceği sevdiklerinin de olabileceğini.. 

Oldukça uzun bir zaman sonra, babamın  1950 yılında Demokrat Partinin kuruluşu için  çok önemli meblâğlar harcayarak, muazzam arsalarımızı satarak partinin kuruluşundaki hizmetlerini, ve kuruluşta görev yapması için yapılan tüm tekliflere "hayır" deyişini, (annem için bu bir enayilik olsa da) Celâl Bayar'ın, Adnan Menderes'in, Tevfik İleri'nin ve Samsun TED  kolejinin kurucusu ve de Müdürü olan Tevfik İleri'nin ağabeyinin (adını unuttum google'a bakmaya da üşendim)    uçsuz bucaksız arka bahçemizde kurulan sofralarda ağırlanışlarını net olarak hatırlarım..

Ancak, hayâl meyâl olsa da, daha sonraları anlatılanları da ekleyerek hatırladığım ve hiç ama hiç unutamadığım olay, Kâzım Karabekir’in 1946 veya 47 yılında, zannederim TBMM başkanı iken bir Karadeniz gezisi dönüşünde evimizde ağırlanışıdır..

Arka odaların en sıkıcı olanında tüm kardeşler, odadan dışarı çıkma yasağı konduğu için, ziyaret bitene kadar oturuşumuzu.. Ablalarımın “gülsen bir şey bulur icat eder çıkarız odadan bekleyin“ dedikleri için onlara inat çıt bile çıkartmadan odada uslu uslu oturuşumu hiç unutamam!!..
 
(Kâzım Karabekir - ATATÜRK - İsmet İnönü - Fevzi Çakmak) 


 
Kâzım Karabekir'in 1920 yılının Kasımında kara kışta Ermenilerin kuşatması altında esir düşecekken, aralarında babamın da olduğu  asker/sivil yardımı ile kurtuluşunu ve Ermeni ordusunu kesin yenişini defalarca dinlemiştim babamdan zaten..

Ah… ne güzel bir tanrı hediyesidir çocukluk!! Ve çocukluk hayâlleri…. Rüyalarımın fon perdesi olmuştu bu yıllarca, köylü kılığında katırların tepesinde karın altında, kuşatılan askerlere yiyecek taşıyanlar arasındaki BABAM!


Babama, bir teşekkür beratı getirmişti imzalı ve mühürlü.. Gösterdiği vatanperverliği kutlayan. Bir de el dokuması kalpaklı Atatürk resmi dokunmuş ipek bir minicik halı..
Dağ gibi babamı ağlatmıştı getirdikleri..


Sonra büyüdüm… daha doğrusu büyüdüğümü zannettim.. Annem ve babam yaşlandılar.. Tabii onların da yaşlandığını zannettim!!..



Çok çok uzun yıllar sonra bile gayet net hatırlarım.. O halı, incecik neredeyse tülbent kadar ince renkli bir Atatürk portresi işlenen el dokuması o ipek halı, annemle babam arasında ciddi bir kavgaya neden olmuştu.. Annem onu bir tablo gibi camsız çerçeveletip duvara asmıştı.. Bir sabah, yukarı kattaki odalarımızda henüz afyonlar patlamamışken,  aşağı kattan annemim çığlığı ile yataklarımızdan fırlayıp hepimiz üçer beşer indik aşağı tek gözlerimiz tam açılmadan ve tıpkı annem gibi elimizle ağzımızı bastırıp babamızı seyrettik..


Babam namaza durmuştu.. Bunda şaşacak bir şey yoktu zira babam zaten beş vakit namaz kılardı.. ancak seccade, annemim duvara astığı Atatürk'ün kalpaklı resmi olan halıydı!!.. Hepimiz yan yana ayakta, sıralı olarak babamın namazını bitirmesini bekledik..

- Nasıl yaparsın bunu inanamıyorum sana
- Neyi?
- Atatürk’ü hem sevip hem ayaklarının altına almanı
- Senin kafan basmıyorsa benim yapacağım bir şey yok..

- Neymiş efendim o kafamın basmadığı söyle de
  çocuklar da duysun..


- Duyun o zaman hepiniz ve hiç unutmayın! Ben, Allah'ıma her gün beş vakit namazımda şükrediyorum bu yüce insanı yarattığı için.. ve okuduğum tüm duaların misli sevabını önce onun ruhuna yolluyorum sonra da secde edip alnını öpüyorum.
                      


Bugün 17 Eylül..
        Babamın, dağın ardına gittiği gün!                                    
                                   *****

Ben dua bilmem.. arapca da bilmem.. Türkçe yazılmış kuranda neler yazdığını az çok tercüme eden babamdan öğrendiğim kadarıyla, orada yazanların, benim anladığım anlamda “dua” olmadığına inanırım..
Ben, adını “tesadüf” koyduğum bir ilâhi güçle konuşur sohbet eder dertleşirim.. Bazen içlenirim.. ağlarım, küser sitem ederim  ona.. bazen beni sevdiğini bildiğimi fısıldar şükrederim..

Çünki, değişik zamanlarda farklı ifadelerimde de belirttiğim gibi ben, TESADÜF dediğimiz olgunun, Jean Cocteau' nun dediği gibi, Tanrı'nın geçip giderken, insana görünmemek için büründüğü şekil olduğuna inanırım.

Bu gece de, gidenlerle geçmişi yad ederken hatırladıklarımı ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak geldi içimden. 

Hepsi bu!


 

16 yorum:

tufan dedi ki...

"Duyun o zaman hepiniz ve hiç unutmayın! Ben, Allah'ıma her gün beş vakit namazımda şükrediyorum bu yüce insanı yarattığı için.. ve okuduğum tüm duaların misli sevabını önce onun ruhuna yolluyorum sonra da secde edip alnını öpüyorum."
Şimdi bu sözleri söyleten sevgiyi düşünüyor, ve yaşadığım bu güne bakıp içimdeki sızıyı dinliyorum..
Dükkanların vitrinine asılan "Allah'a borç vermek ister misiniz." ilanı geliyor gözlerimin önüne, ve bu dünyaya geç geldiğime kızıyorum, çok kızıyorum, ne kötü şeyler gördü bu gözler, ne fena sözler duydu kulaklarım, erken gelip erken gitmek varmış, kader işte sevgili hocam...
Saygılar sevgiler

gülsen VAROL dedi ki...

Gözlerim dolu dolu okudum yorumunu sevgili Tufan.. Ben ÇOK DOĞRU zaman diliminde geldiğime inanırım dünyaya.. Sadece Atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra doğmuş olmanın hüznünü her fırsatta hatırlarım. Dürüst olmanın meziyet olmadığını ŞART olduğunu öğreten babanın evladı olarak, korkmamayı.. allaha inanmanın sadece insanın kendisini ilgilendirdiğini.. fikir beyan etmenin insanları rencide etmeden yapılması gerektiğini.. haram nedir öğrenmeyi .. namusun ne olduğunu ..
O kadar uzun ki.. bunları yetiştirdiğim evlatlarıma ve öğrencilerime öğretebildim mi bilemem..
Sen, tanıdığım en müstesna meziyetleri ile yüreğimden hiç çıkmayan DEĞERLİ bir dostumsun.
İlgine teşekkür ederim.

Nihansu dedi ki...

Önce sadece başlığa baktım, 17 Eylül... Tarihte bugün gibi hem kendi tarihimde hem de gerçekten dünyada ve ülkemde neler olduğunu hatırlamak gibi vazgeçemediğim alışkanlığım var. Önce sadece düşündüm ne olmuştu 17 Eylül'de? İlk hatırladığım Adnan Menderes'in idam edildiği gün olduğu... Ve sonra seneler önce anneannemi anlattığım yazımda anneannemin bir 17 Eylül gecesi o idama gözyaşları akıttığından bahsetmiştim. Ne tesadüf kibaşlıktan sonra yazınızda da bu konu vardı, Demokrat Parti... Yazının her yeri bir başka güzel, çocukluk, anılar, eskiler, unutulmazlar, evdeki çok seslilik... Amaaa yazıda bir yer var ki o da sonu ağlattınız beni Mamyim... Bir sevgi bir hayranlık böylesine mi güzel dile getirilir, bir duygu böylesine mi ifade edilir? Bu yazıyı herkes okumalı, her Türk babanızın söylediklerini özümsemeli, hatta öyle düşünmeli. Ne diyeyim, bugün işyerinde ilk okuduğumda gerçekten gözyaşlarımı tutamadım ve şimdi yine... Başta babanızın ve tüm kaybettiklerimizin mekanı cennet olsun. Ve elbette tesadüf.... Ahh o tesadüf... Babanızı bir kez daha hayranlıkla dinledim sizden, siz hep yazın anlatın bizlere Mamy'im...

gülsen VAROL dedi ki...

Benim de yorumunu okurken sözüm geçmedi gözüm yaşına orkidem.. Eskiyi yad etmek böylesine en ince detayına kadar hatırlamak, acaba yaşlılığın belirtisi mi diye düşünüyorum.. Mazi, yaşlılığın mehenk taşıdır bilirsin.. Ama yok hayır.. ben, ben olalı hep böyleydim. Ve Allahıma şükrediyorum bana dayanılmaz acılar yaşatmış olsa da, değer biçilemez bir geçmiş yaşatıp günümü şükr ile yaşattığı için.
Yorumun nasıl içten ve duygusal yanımda gibisin sanki..
Nihanım.. nicedir nihansın didemden !!! ama hep yanımda yanıbaşımdasın.

Sevin Seymener dedi ki...

Gülsen'cim Anlattıkların çok canlı.. Adeta zamanda yolculuk yapıp kendimi orada hissettim. İnönü'nün Baş Hain olduğunu biliriz. Babanın bilge bir kişi olduğu belli. Annenle babanın yaptıkları en iyi iş bence seni dünyaya getirmek..:))
"Ruhları şad olsun" .

gülsen VAROL dedi ki...

Güzel dostum, yıllanmış arkadaşım... meslekdaşım... kısa, ama ÖZ yazdıklarını çoğalttım okurken.. Yaptıkları en iyi iş.. benmişim gibi gelmiyor bana..
Ruhları şad oluyor eminim.. Teşekkür ederim.

Esin Bozdemir dedi ki...

İnsan çocukluk günlerinde yaşadıklarını hiç bir zaman unutmuyor...hele bazı anılar var ki, dün yaşadıklarını; çocuk aklı ile anlamakta zorlandıklarını, aradan uzun yıllar geçince ve bizzat hayatın içinde o düşüncelerin tezahürünü de görünce, bu defa kimi taşlar kendiliğinden yerine oturuyor. Ve tarihin içinde kimi sır perdelerin üzeri hiç bir zaman açılmıyor.

Ve siz yaşadıklarınızı öyle güzel tasvir etmişsiniz ki, bahçeli ev, aile fertleriniz, değerli anneniz ve babanız... özellikle babanızın seccadeye başını koyduğunda ettiği dua...çok güzeldi. Bu değerli anınızı bizlerle paylaştığınız için teşekkürler Gülsen Hoca'm. Başta babanızın ve kaybettiğiniz diğer yakınlarınızın ruhları şad olsun. Temennimiz bir gün bu güzel ülkenin, daha çağdaş ve demokrat, laik ve tam bağımsız bir Türkiye olmasıdır.
Sevgi ve saygılarımla

Mehmet Bilgehan Merki dedi ki...

17 Eylül başlığı ile babanızın Demokrat Parti uğraşları, Bayan Nihansu'nun ilk yorumunu benim de aklıma getirdi. İlginç olan Atatürk'ü bu denli sevmek ile İnönü'den bu denli nefret etmek nasıl bir araya gelmiş. Babanızın Menderes'ten sonra vefat edip etmediğini bilmediğim içim 27 Mayıs'a nasıl bir yorum getirdi çok merak ettim. Ancak asıl merak ettiğim ilgi uyandıracak denli çocukluk anılarınızı kitaplaştırmayı düşünmüyormusunuz?
Sevgiyle kalın.

gülsen VAROL dedi ki...

Gerçekten çok güzel bir çocukluğum oldu Esin.. Büyük bir disiplin içinde alabildiğine hür yaşadık tüm kardeşler.. Bugün bile bunu nasıl başardı ebeveynlerim aklım almıyor. Ve .. kendimi yetiştiriliş olarak şanslı buluyorum. Babamın görünmeyen ama Demokles' in kılıcı gibi tepemizde hissedilen kılıcından korkmayan tek kişi annemdi.. ama HİÇ kavga ettiklerini hatırlamıyorum.. Belki bir gün de gizli gizli izlediğim annemin düşüncelerinden kesitler sunarım.. Böyle anlayan kişilerin takdirleri kamçı gibi şakladıktan sonra... neden olmasın :))

gülsen VAROL dedi ki...

Sevgili Mehmet Bilgehan, zıtlık ya da tenakuz gibi görünen duygu derinliğini yaşayarak büyümek bir tanrı lütfu gibi.. Babamı Menderes'ten yıllar sonra kaybettik. Onun ölüm günü yasının sembolü olarak taktığı siyah kravat, kendi ölümüne kadar boynunda kaldı.. Ne konuştu ne de konuşturdu kimseyi. Tek tepkisi bu oldu.
İlginizi çektiğini söylediğiniz çocukluk anılarımı ise, o anıları da içine alan, ve üç nesil olarak kaleme aldığım "ALBÜMDEKİLER" adındaki romanımda anlatmaya çalışmıştım.

Akgül Çubukçu dedi ki...

Gülsen hocam; her zamanki gibi, derya misali çocukluk anılarınızdan, bir yudum daha tatmanın keyfini ve doyumunu yaşadım yazınızı okurken. Her anı yazınızı okuduğumda hayretler içinde kalıyorum. Maşallah, bu ne derin, dipsiz bir kuyu gibi zihin? Çocuktunuz ama her duyduğunuzu kelimesi kelimesine kaydetmiş hafızanız. Ve inanıyorum ki, bu güne kadarki yazdıklarınız, bizlerle paylaştıklarınız, bir buzdağı'nın su yüzeyindeki görünen kısmı kadardır.

Anne babanıza ait anılarınızı her seferinde büyük ilgiyle okuyorum, karakterleriyle, davranışlarıyla, size her açıdan örnek olmuşlar. Zaten çocuklar sözleri değil davranışları örnek alır. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun. Babanızın Türk siyasi ve askeri tarihinde de kendi çapında katkıları olduğuna hiç şaşmadım doğrusu. Böylesi vatansever bir insan, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" ya da "olup bitenden bana ne" diyerek yerinde oturamazdı zaten...

Bu arada verdiğiniz ip ucunu da yakaladım, devamını da merakla bekliyorum. "Belki bir gün de gizli gizli izlediğim annemin düşüncelerinden kesitler sunarım.."

Aklınıza, ellerinize sağlık, sevgilerimle...

gülsen VAROL dedi ki...

Akgül'üm bilirsin "KIZ ÇOCUKLAR BABAYA HAYRANDIR, ERKEK ÇOCUKLAR ANNENİN SAFINDADIR.." diye tarif geçer doğa kanunu!! belki ben de doğa kanunlarına uyduğum için babama hayran bir kız çocuğu silueti çizdim.. Ancak, şu anki gülsen olmamda değil, şu anki halime ulaşıncaya kadar, başıma gelen her türlü acıyı.. her cins kazayı.. ve akla gelmeyecek her cins şanssızlığı yenebilmiş olmamın genlerini annemden aldığım kesin.. biraz cazgır oluşum da dahil!
Evet.. "albümdekiler" de yazdıklarımdan daha gerçek olanları var yazılmayan..
Neden olmasın?

hikayelerdirgeriyekalan dedi ki...

Öncelikle benim babamın da şarkısıydı Yadeller ..sayfanızı okuduğum zaman ne çok ortak anılarımızın olduğunu gördüm ve bundan dolayı bana o günleri yüzümde hoş bir tebessümle yaşattınız çok teşekkür ediyorum.Aynen demokrat parti dönemlerinin evimizdeki sohbetleri ki benim çocukluğum(ilk okulun bitimine kadar)hep bu sohbetler ve telaş ve protol dönemlerine rastlar ki benden küçük erkek kardeşlerim(ikiz) birinin göbek adıydı Adnan..gerçekten bu ve bir çok anılarımı yad ettiniz çok çok teşekkür ediyor Sevgilerimi yolluyor Esenlikler Diliyorum..Saygıyla

gülsen VAROL dedi ki...

Merhaba güzel hikayem.. İster inan ister inanma.. benim bazen beni bile ürküten bir gönül + beyin bağım oluşur hiç tanımadığım görmediğim göremeyeceğim çok uzaklardaki insanlarla.. O bağ kurulduğunda bilirim ki o insan İYİ insandır.. sevilmeye takdire vefaya layıktır.. İşte senin adını ve sayfanı da gördüğüm AN bu anlatmaya çalıştığım bağla bağlandı hem aklım hem gönlüm sana ..
İlgine ve muhabbetine teşekkür ediyorum..

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Muhteşem anlatıyorsunuz. Sevgiler benden size...

gülsen VAROL dedi ki...

Muhteşem bir yaşanmışlık .. muhteşem ötesi olaylar.. evet haklısın Eser'im.. Ancak anlatımın muhteşem olduğu senin fikrin!.. ÇOK teşekkür ederim ..:))