Yıllar yıllar önce yaşadığı.. ama hep "sanki dün gibi" diye hatırladığı o olayın tarihini hiç unutmamıştı.. Sanki sadece ruhuna değil, bedenine de kazımıştı o tarihi "zaman" denen kahpe!
---
O gün de yine, "Hey gidi ömrüm!!… ahhh!!.. nelere.. kimlere ikram ettim güzel zamanlarımı…" diye düşünüyordu, zorla randevu alabildiği doktora giderken.. Aklında tek bir cümle vardı.. ve gerisi yoktu! "alıp başımı gitsem".. diyordu bozuk plâk gibi.. biraz duruyor sonra yeniden başlıyordu.. "ah.. alıp başımı gitsem!!" Ne uğursuz bir yılmışsın sen diye tüm suçu yeni yıla yüklemekteydi.. Başını havaya kaldırıp derin bir nefes aldı.. ahh dedi yüreği yırtıla yırtıla.. hiç bir yılın girişine bu kadar sevinmemişken, şimdi nasıl bitecek, kalan bunca gün ve gece?.. diye düşünüyordu.. sadece bunu düşünüyordu!..
Nefesi kesildi birden. Hızlı yürümemesi gerektiğini biliyordu.. üstelik gücünün, bedeninden bunca hızla uzaklaştığı bu günlerde.. Bunları akıl edememenin ömrün takvimiyle de bir ilgisi yoktu ne yazık ki.. Kızgınlığı kendisineydi, kırgınlığı ise kendisine kızmasına sebep olana!!
O gün de, yangından mal kaçıracakmış gibi bir telâşla ve biraz kızgın çokça kırgın!! ..
ve hızla köşeyi dönünce…

***
-- anneee bak çaldım bak.. çalıyorum..
-- hı hıı duydum canım duydum.. aaaferin!
-- annee bak pedallara da uzanıyo ayaaam basabiliyorum artık..
-- evet canım farkettim ama sen yine de basma pedala istersen
anneannen uyuyor!!
***
-- notaları uyduruyor mu dersin… ben anlamam da..
-- ne uydurması doktor bey bütün melodiyi notası ile söyledi,
ay yazık yaa..
-- niye yazık canım? bacakta bir sorun yok diz parçalanmış o kadar..
iç kanama da yok.. sol el rontgenleri gelmedi mi hâlâ?
***
-- ne yapıyorsun kızım anneannenin odasında?
-- ilaç zamanı gelmiş ama…
-- A-aa… deli misin sen? sen ne anlarsın ilaçtan sakın ha!
-- Saati kurmuştu da.. uyumuş duymadı ama… bak bu pembeleri
-- anneee bak çaldım bak.. çalıyorum..
-- hı hıı duydum canım duydum.. aaaferin!
-- annee bak pedallara da uzanıyo ayaaam basabiliyorum artık..
-- evet canım farkettim ama sen yine de basma pedala istersen
anneannen uyuyor!!
***
-- notaları uyduruyor mu dersin… ben anlamam da..
-- ne uydurması doktor bey bütün melodiyi notası ile söyledi,
ay yazık yaa..
-- niye yazık canım? bacakta bir sorun yok diz parçalanmış o kadar..
iç kanama da yok.. sol el rontgenleri gelmedi mi hâlâ?
***
-- ne yapıyorsun kızım anneannenin odasında?
-- ilaç zamanı gelmiş ama…
-- A-aa… deli misin sen? sen ne anlarsın ilaçtan sakın ha!
-- Saati kurmuştu da.. uyumuş duymadı ama… bak bu pembeleri
içmesi lazım annee..
-- Tamam.. karışma sen .. gebertirim seni ilaçları ellersen..
-- Tamam.. karışma sen .. gebertirim seni ilaçları ellersen..
anladın mı?
***
-- Hah geldi mi rontgen? ver bakiim.. hmmm.. sol elin 4. parmak
tendonu kopmuş baş parmak da kırık!
-- Şişmiş el zaten doktor bey rengi de hiç hoşuma gitmedi.
-- Ailesinden kimseye ulaşabildiniz mi?
-- Henüz ulaşıldığı haberi gelmedi doktor bey ama çantasını açıp
nüfus cüzdanını almak zorunda kaldık kendisi emekli ..
Tüm işlemleri yapıldı.
***
-- ne güzel bu bahçeee... ayyy benim düğünüm de burda olsa keşke..
-- heeeyy!!! insanın kendi düğününde vals çalması nasıl bir duygu?
-- damatla gelin dört el çalınca güzelll..
-- anne gelsene anneeee!!…
-- geldimmm hadi şimdi dans sırası sizde piyano bana emanet!!
***
-- ucundan döndü hocam.. şanslıymış.
-- izafidir şans doktor..
-- olsun yine de şanslı bence..
-- hâlâ arayan soran olmadı mı?
***
-- Balayına nereye bakiiim..?
-- Söylemem .. sır!
-- Niye? peşinden gelen mi olur???
-- Aman anneee…
***
-- Sen yine de özel odaya yatır
-- iyi de hocam emekli sandığı karşılamaz..
-- sen ne diyorsam onu yap!
-- Ama odalar..
-- Uzatma! Benim özel odama yatırılsın..
***
Bir rüzgâr üflüyor yüzüne açık pencereden saatlerdir ve uzakta birisi hiç ara vermeden şarkılar söylüyor…
“beni duyduğunu biliyoruuuum” diyor hemen yanı başında bir ses..
bir erkek sesi! Ve şarkı söyleyen ses o an susuyor.. ve rüzgâr kesiliyor.. ve kalın siyah stor perdelerini açar gibi, gözler kapaklarını aralıyor ağır ağır.. bir su birikintisinde seyredilen görüntü gibi dalgalanıyor gördüğü yüz.. Kapaklar ağır geliyor gözlere.. tam yeniden kapanacakken ses daha gür olarak tekrarlıyor…” beni duyduğunu biliyorum!..”
O zaman, çalışmaya başlayan beyninden emir geliyor, “aç gözlerini!”
***
“Bütün sırlarını öğrendim” diyor içleri gülen ve endişeli ifadeyi saklamaya çalışan gözlerle kendisine bakan.. Bomboş bir duvara adını yazmaya çalışan bir çocuk gibi hissediyor kendisini.. “sır”?.. Oh!! diyor sonra.. fısıltı gibi… “sonunda anlatabildim demek”.. Neyi anlatmış olabileceğini bilmeden.
Sonra birden tanıyor bu sesi.. Doktor bu! tüm ameliyatı boyunca o felâket detone sesiyle şarkılar söyleyen adam.. "sır tutar mısınız?" diye soruyor fısıltıyla.. Doktor elini kalbine bastırıp mahkemede şahitlik yapar gibi "mevcuttaki namus üzerine and içerim" diyor dramatik bir pozla gülerek.. "o zaman ben de, ne kadar berbat bir sesiniz olduğunu kimseye söylemem" diye cevaplıyor yoğun bakımdaki..
Kızma pozuna girip kaşlarını çatan doktor ellerini çırpıp odanın dışındaki yardımcılarını çağırıyor içeriye ve "yırttı!! .. odasına çıkabilir" diyor..
***
İnanılmayacak kadar lezzetliydi çorba.. üstelik hiç çorba sevmezdi ama nasıl olduysa hepsini bitirmişti… tam son kaşığı ağzında sıyırırken, doktor, ardında bir ordu halinde kızların çoğunlukta olduğu öğrencileri ve asistanı ile odasına girdi.. Nazının geçeceğine inanan insanların rahatlığı ile “hiç olmazsa "müsaitseniz (!)doktorlar gelecek” !!! diye haber salsaydınız dedi ağzını ve ellerini silerken.. “Burası benim özel odam bayan “ dedi doktor çok ciddi bir sesle.. “istersem gece bile gelip kapıyı çalmadan girebilirim” diye ilâve edince, arkasında hazırolda bekleyen öğrencilerden bir kahkaha tufanı yükseldi.. Ahhh diye düşündü içinden, sana verilecek ne güzel cevaplarım var ama ne yeri ne de sırası… en iyisi hasta ayaklarına yatmak!!
Ve tel bir kafes içinde sarılı duran hissiz ayağı ile ilgili bilgiler üzerine devam eden dersi dinlemeye koyuldu.. Öğrenciler soruyor bazen doktor bazen de yanındaki asistanı olan doktor hanım cevaplıyordu sorulanları.. sanki kendisi orada değildi.. ya da bahse konu olan, bir bostan korkuluğunun karga ürküten çomağı idi..
Bilgisayara konan MR çekimlerinin CD görüntüsünü odanın duvarına aksettirip son derece açık ve acıtan bir gerçekçilikle görüntü üzerinde sorular cevaplanırken, araya karışıp “tekme atabilir mi peki bu ayak?” diye sordu yataktaki…
Ellerini arkasında birleştirmiş, sırtı odaya ve görüntüye dönük, panoramik şehir ve deniz manzarasını seyreden doktor, soruyu kimin sorduğunu farketmeden; “ne o, kıçına yemekten mi korkuyorsun?” diye cevapladı soruyu.. aynı anda koro halinde odadakilerin hepsi hep bir ağızdan gülünce hızla arkasını döndü.. ve yataktaki ile gözgöze geldi!
Başlaması ile bitmesi bir olan kahkaha atanlara sert bir sesle “ders bitti marş marş” dedi yarı ciddi yarı şaka.. Grup ikiye ayrıldı ve hoca aralarından geçip odadan çıktı.. sonra da diğerleri .. ve kapı kapandı. Ve ânında yine açıldı.. Doktor, “saat tam 24.00 de odama geleceğim.. bakalım.. tekme atabilecek mi ayak?” dedi ve çıktı!..
***
Her hasta biraz doktoruna aşıktır.. Tabii buna aşk demek çok büyük bir hata olsa da.. Aslında bu his, dünyadaki en tatlı ve en kıymetli şey olan "can"ın emanet edildiği insana duyulan bir minnettir.. şükrandır ve ilk başlarda aklın alamayacağı kadar yoğundur... ancak bağımlılık yaparsa, insanı yaşadığına bile pişman edebilir.. Doktorlar da bunu bilirler zaten.. Yani farkındadırlar hastalarının kendilerine minnetle parlayan bakışlarındaki ışığın aşk olmadığının .. ancak bu da onlar için antraktır.. antreye çıkıştır.. moladır bir anlamda!..
Yattığı yerde, gözleri kapalı, gecenin koyulaşan sessizliğini dinliyordu.. Narkozun etkisindeyken hatta narkozun kollarına teslim ettiğinde bile bedenini, konuşulanları duyduğu gibi, geçmişteki görüntülerin de sesli olduğunu hayretle hatırlıyordu. Biri hariç, ah! ne güzeldi yeniden o bahçede ve o evde olmak!!
Yavaşça kalktı.. koltuk değneklerine uzandı.. Evine gitmesi ve kendisine hesap sorması gerekiyordu..
Ah o mavi araba diye düşündü.. koltuk değneğine abanarak, çok ama çok zor atarken adımlarını,.. ah dedi.. "biraz daha hızlı dönseydin ya köşeyi!"
***
***
-- Hah geldi mi rontgen? ver bakiim.. hmmm.. sol elin 4. parmak
tendonu kopmuş baş parmak da kırık!
-- Şişmiş el zaten doktor bey rengi de hiç hoşuma gitmedi.
-- Ailesinden kimseye ulaşabildiniz mi?
-- Henüz ulaşıldığı haberi gelmedi doktor bey ama çantasını açıp
nüfus cüzdanını almak zorunda kaldık kendisi emekli ..
Tüm işlemleri yapıldı.
***
-- ne güzel bu bahçeee... ayyy benim düğünüm de burda olsa keşke..
-- heeeyy!!! insanın kendi düğününde vals çalması nasıl bir duygu?
-- damatla gelin dört el çalınca güzelll..
-- anne gelsene anneeee!!…
-- geldimmm hadi şimdi dans sırası sizde piyano bana emanet!!
***
-- ucundan döndü hocam.. şanslıymış.
-- izafidir şans doktor..
-- olsun yine de şanslı bence..
-- hâlâ arayan soran olmadı mı?
***
-- Balayına nereye bakiiim..?
-- Söylemem .. sır!
-- Niye? peşinden gelen mi olur???
-- Aman anneee…
***
-- Sen yine de özel odaya yatır
-- iyi de hocam emekli sandığı karşılamaz..
-- sen ne diyorsam onu yap!
-- Ama odalar..
-- Uzatma! Benim özel odama yatırılsın..
***
Bir rüzgâr üflüyor yüzüne açık pencereden saatlerdir ve uzakta birisi hiç ara vermeden şarkılar söylüyor…
“beni duyduğunu biliyoruuuum” diyor hemen yanı başında bir ses..
bir erkek sesi! Ve şarkı söyleyen ses o an susuyor.. ve rüzgâr kesiliyor.. ve kalın siyah stor perdelerini açar gibi, gözler kapaklarını aralıyor ağır ağır.. bir su birikintisinde seyredilen görüntü gibi dalgalanıyor gördüğü yüz.. Kapaklar ağır geliyor gözlere.. tam yeniden kapanacakken ses daha gür olarak tekrarlıyor…” beni duyduğunu biliyorum!..”
O zaman, çalışmaya başlayan beyninden emir geliyor, “aç gözlerini!”
***
“Bütün sırlarını öğrendim” diyor içleri gülen ve endişeli ifadeyi saklamaya çalışan gözlerle kendisine bakan.. Bomboş bir duvara adını yazmaya çalışan bir çocuk gibi hissediyor kendisini.. “sır”?.. Oh!! diyor sonra.. fısıltı gibi… “sonunda anlatabildim demek”.. Neyi anlatmış olabileceğini bilmeden.
Sonra birden tanıyor bu sesi.. Doktor bu! tüm ameliyatı boyunca o felâket detone sesiyle şarkılar söyleyen adam.. "sır tutar mısınız?" diye soruyor fısıltıyla.. Doktor elini kalbine bastırıp mahkemede şahitlik yapar gibi "mevcuttaki namus üzerine and içerim" diyor dramatik bir pozla gülerek.. "o zaman ben de, ne kadar berbat bir sesiniz olduğunu kimseye söylemem" diye cevaplıyor yoğun bakımdaki..
Kızma pozuna girip kaşlarını çatan doktor ellerini çırpıp odanın dışındaki yardımcılarını çağırıyor içeriye ve "yırttı!! .. odasına çıkabilir" diyor..
***
İnanılmayacak kadar lezzetliydi çorba.. üstelik hiç çorba sevmezdi ama nasıl olduysa hepsini bitirmişti… tam son kaşığı ağzında sıyırırken, doktor, ardında bir ordu halinde kızların çoğunlukta olduğu öğrencileri ve asistanı ile odasına girdi.. Nazının geçeceğine inanan insanların rahatlığı ile “hiç olmazsa "müsaitseniz (!)doktorlar gelecek” !!! diye haber salsaydınız dedi ağzını ve ellerini silerken.. “Burası benim özel odam bayan “ dedi doktor çok ciddi bir sesle.. “istersem gece bile gelip kapıyı çalmadan girebilirim” diye ilâve edince, arkasında hazırolda bekleyen öğrencilerden bir kahkaha tufanı yükseldi.. Ahhh diye düşündü içinden, sana verilecek ne güzel cevaplarım var ama ne yeri ne de sırası… en iyisi hasta ayaklarına yatmak!!
Ve tel bir kafes içinde sarılı duran hissiz ayağı ile ilgili bilgiler üzerine devam eden dersi dinlemeye koyuldu.. Öğrenciler soruyor bazen doktor bazen de yanındaki asistanı olan doktor hanım cevaplıyordu sorulanları.. sanki kendisi orada değildi.. ya da bahse konu olan, bir bostan korkuluğunun karga ürküten çomağı idi..
Bilgisayara konan MR çekimlerinin CD görüntüsünü odanın duvarına aksettirip son derece açık ve acıtan bir gerçekçilikle görüntü üzerinde sorular cevaplanırken, araya karışıp “tekme atabilir mi peki bu ayak?” diye sordu yataktaki…
Ellerini arkasında birleştirmiş, sırtı odaya ve görüntüye dönük, panoramik şehir ve deniz manzarasını seyreden doktor, soruyu kimin sorduğunu farketmeden; “ne o, kıçına yemekten mi korkuyorsun?” diye cevapladı soruyu.. aynı anda koro halinde odadakilerin hepsi hep bir ağızdan gülünce hızla arkasını döndü.. ve yataktaki ile gözgöze geldi!
Başlaması ile bitmesi bir olan kahkaha atanlara sert bir sesle “ders bitti marş marş” dedi yarı ciddi yarı şaka.. Grup ikiye ayrıldı ve hoca aralarından geçip odadan çıktı.. sonra da diğerleri .. ve kapı kapandı. Ve ânında yine açıldı.. Doktor, “saat tam 24.00 de odama geleceğim.. bakalım.. tekme atabilecek mi ayak?” dedi ve çıktı!..
***
Her hasta biraz doktoruna aşıktır.. Tabii buna aşk demek çok büyük bir hata olsa da.. Aslında bu his, dünyadaki en tatlı ve en kıymetli şey olan "can"ın emanet edildiği insana duyulan bir minnettir.. şükrandır ve ilk başlarda aklın alamayacağı kadar yoğundur... ancak bağımlılık yaparsa, insanı yaşadığına bile pişman edebilir.. Doktorlar da bunu bilirler zaten.. Yani farkındadırlar hastalarının kendilerine minnetle parlayan bakışlarındaki ışığın aşk olmadığının .. ancak bu da onlar için antraktır.. antreye çıkıştır.. moladır bir anlamda!..
Yattığı yerde, gözleri kapalı, gecenin koyulaşan sessizliğini dinliyordu.. Narkozun etkisindeyken hatta narkozun kollarına teslim ettiğinde bile bedenini, konuşulanları duyduğu gibi, geçmişteki görüntülerin de sesli olduğunu hayretle hatırlıyordu. Biri hariç, ah! ne güzeldi yeniden o bahçede ve o evde olmak!!
Yavaşça kalktı.. koltuk değneklerine uzandı.. Evine gitmesi ve kendisine hesap sorması gerekiyordu..
Ah o mavi araba diye düşündü.. koltuk değneğine abanarak, çok ama çok zor atarken adımlarını,.. ah dedi.. "biraz daha hızlı dönseydin ya köşeyi!"
***
30 yorum:
Ne zaman yaşandı bu da haberimiz olmadı Sevgili Gülsen ğretmenim!
Geçmiş olsun. Lütfetozelden detay yaz LÜTFEEEEN.
İstersen onaylama
Arkada çalan piyanonun üstadını çok merak ettim. Albümü satın almak istiyorum. Önce şiirinizi okudum diğer blogda sonra bu harika paylaşımı. Teşekkürler.
Güzel bir müzik eşliğinde yazınızı okurken, bir başka dünyaya gidiyor insan. "An" ile geçmişteki "anılar" arasında gidiş gelişler yapıyor. Ve her okuyuşta yeni şeyler yakalıyor.
Üst ve alt bölüm arasındaki diyaloglar da çok anlamlı.Birkaç kez okudum ve hayal dünyamda kısa yolculuklar yaptım.
Son paragraftaki "kendimizden hesap sormak" düşüncesini çok benimsedim. Zaman zaman gerçekten olması gereken bir şey.
Sağlıkla, mutlulukla...
Koca bir ömür derler, hiç boşuna değil bu sözler..
Zamanın bir kaç saniyesinde yaşananlara metrelerce filmler çekilir gözler önünden geçsin diye!
Herkesin hatırlamak istediği, veya hiç hatırlamak bile istemediği çeşitli anlar vardır yaşamında, bazen bir çok şeyi karartan, bazense bir güneş gibi ruhu aydınlatan!.. İnsan ömrü böyle kaç saniye biriktirebilir yaşam kumbarasında..
Ah sevgili hocam, yine daldan dala savuruyorsunuz hayatın her halini, sağlıkla kalım, hep mutlu kalın..
Saygılar sevgiler..
Sevgili dost,ara ara gittiğim blogunda dolaştığım satırlarda kayboluyorum.Hangi birinde biraz mola versem ,kendimi ömrün bi durağında beklerken buluyorum.
Bazı bazı satırlarında tanıdık kişilere rastlamak,ya da onlarla ilgili yaşanmışlıkların yanında sende kalan izlere de rastlıyorum.
Hele hele en cok da sana hayran okuyucu ve kalemdaslarının övgülerine hayran kalıyor ve seni ben de buradan alkışlıyorum.. Duyuyorsun beni değil mi sevgili arkadaş. Seni kutluyorum canım dostum...
O kadar uzun geldi ki Gülsen hocam... Sanırım tüm gün sürecek!
İnanın hikaye hiç bitmesin diyerek okudum. müthiş keyifliydi.
Gözlerimde sizi canlandırarak okudum tıpkı film izler gibi..Çok güzeldi.Doktor-hasta arasındaki duygusal bağı her iki taraflı ne de güzel anlatmışsınız :) Bu bağın içerisinde düğüm olmuşların varlığını bilerek muzipçe gülümsedim;bilginize :))
Kocaman sevgilerle sıkıca sarılıyorum size !
Sen hiç bir şey yazmasan ve sadece bir nokta koysan, hani sözün gelişi.. onu bile onaylarım Nalân.. O nedenle cevabımı da sana buradan vermek istedim, belki başka meraklanan endişelenen dostlar da vardır diye.. Oldukça eskiye dayanan bir hikâye bu.. o nedenle böyle rahat senaryo haline getirilebildi. :)
O çırpınışını hissettiğim dost yüreğinden öpüyorum..
Yorumuna önce çok sevindim sonra aklıma muzurluk yapmak geldi nedense sevgili Alizafer.. yazsam inanmazsın.. ama sonra tecvitini hiç bozmadığın ciddi (biraz fazla ciddi) duruşun geldi aklıma vazgeçtim.. Sadece O üstat ben değilim diyebilirim.. :))
Beni anlayan insanlar, benim duygularım içerisinde az da olsa,kendilerinden esintiler bulanlardır sevgili Makbule.. Bu hep böyle oldu.. Tıpkı, sizlerin yaptığınız yorumlarda benim de kendi eksik yönlerimi tamamlayışım gibi..
Evet Tufan aynen dediğin gibi.. hatırlamak istemediği pek çok anısı var insanın.. Bir de kendisini zamanında savuran pek çok anının yıllar sonra hatırlanışında bir ufak yel kadar bile hükmünün olmayışı var.. "Kuytular" da yayınladığım son şiirime Amerika'da yaşayan sınıf arkadaşım bir yorum yapmış.. "sen yoksun içinde demişsin ama hep onu anlatıyorsun" demiş.. Nasıl çoğaltıyorum bu yorumu anlatamam .. savuran ben değilim bak.. yorumlar da beni silkeliyor böyle..
Çoban yıldızım sana yazmak istediklerimi burada yazamamanın sıkıntısı içindeyim :))) bir başka yerde belki bir başka zaman.. :))
Sevgili Mehmet Bilgehan kısacık satırlarınla bana deva gibi bir şurup sunmuşsun.. Zaten sayende teşekkürler alıyorum her gün, Face book ta sayfanı tanıttığım ve pek çok habersiz hayranı sayfana yönlendirdiğim için..
Nevbaharım sana cevabımı iletmiştim ama keşke her sebep, sana yeniden seslenmeme vesile olsa.. :))
Ve.. Sevim Yalçın.. Benim yarım asırlık dostum.. çınarım.. sen nerede olursan ol seni duyarım ben.
Hani bazı an'lar ve yaşanmışlıklar vardır, yaşanırken üzerinde durulmaz, sonradan hatırlanmaz. Ama... bazen öyle bir an gelir ki, narkouzn ya da kadehlerin etkisi ile geriye sarmaya başlar duygular ve de bir bakmışız o üzerinde durulmayanlar en unutulmazlar olmuş, sözcüklerle ya da zihnimizdeki seslerle yaşam bulmuşlar.
Anlıyorum, tanıyorum bu duyguları... Hatırlananlar da bir meltem gibi ılıkça yakaladı beni, müzikle birleşince, oradan oraya savurdu.
Anladım Mamy, hissettim, yaşadım, belki 3-4 kez okudum, tuhaf çok tuhafım...
Bazı yorumlar var, sanki yüreğimi okumuş gibi,hemen cevapladığım.. Bazı yorumlar var.. kendimi çıplak hissedip kaçacak delik aradığım. Saklamaya çalışmadığım asla inkâr etmediğim, ama ifşa da etmediğim duygularımı afişe eden! Anladığını biliyorum Nihanım.. bundan hiç şüpheye düşmedim bugüne kadar.. Ben de senin cümlende asılı kaldım sallanıp duruyorum.. Evet haklısın..Öldü.. yok oldu unutuldu zannedilen ne çok anı zihnimizdeki seslerle yeniden yaşam buluyor..
(hortlak bunlar!!) :))
Çok güzel bir öyküydü kaleminizden dökülenler ayrı oldu hep benim için:)
İnanıyorum ki, satırlarımda kendilerinden bir iz bulanlar.. o izi sürenler.. ve belki bunca realitesi ile yazamayanlar ve hatta yazılmasından yana olmayanlar ve fakat.. yine de beğenenler için, yazdıklarımın çok özel bir yeri olduğunu biliyorum maviizim..
Merhaba,
öncelikle geçmiş olsun:(
benim merak ettiğim " her şerde bir hayr vardır" denir ya,böyle bir durum yaşandı mı?
İyi geceler dileği ile Sevgiyle esen kalın Saygılar
İlgine teşekkürler hikayem.. Bu da öyle bir hikaye idi.. ne şer vardı içinde ne de hayır..
senin sayfandaydım yine az önce.. bazı sayfaları face de gözlere ve duygulara sunmak hoşuma gidiyor.. :))
Böyle yazılarınızı hem seviyorum hem de içim kıpır kıpır yeni mi eski mi diye anlamaya çalışmak, beni heyecanlandırıyor.Yazının sonunda şu an olmadığını anlayarak-genelde- bir oh çekiyorum ve süper aksiyonlu bir film seyretmişliğin -çünkü yaşadığınız her anda sizi karşımda seyrediyorum okurken- rahatlayarak, arkama yaslanıyorum.
Bu yazıların içinden bazen heyecan,bazen dram, bazen de hayatın tam kendisinin çıkmasından o kadar mesutum ki hiç bitmesin istiyorum blogda okuduklarım.Sadece okumuyorum çünkü,yaşıyorum da okurken.Doktor camdan dışarı bakarken ben etrafı görüyorum, kafamdan bütün bildiğim İstanbul hastane manzaraları,yaşanmışlıklar geçiyor.
Doktor tekme için son sözü söylerken kafasını görüyorum kapı aralığından ve bende odadan çıkıp gerçeğe dönüyorum birden..
Ve her seferinde çok kısa geliyor,devam etmek istiyorum okuduklarıma...
"Birileri bana kısa yorumlar yazıyorsun" mu diyordu bir aralar ? ;))
Bir roman okur, bir film izler gibi hiç bitmesini istemeden, bittiği an da tekrar başa dönerek, tekrar hazmederek okudum... okumak, yorum yazmak içinde değil, yeni şeyler öğrenmek ve payıma düşenleri almak için... anıların içinde o'nun izini sürmek ama uzun metrajlı ödüllü bir film izler gibi.
Sağlık ve mutluluk dileklerimle, güzel bir hafta sonuna Hoca'm...
Duydun mu???? Kahkahalarımı duydun mu Asortik Krep'im?
Yorum geldiğini görünce, ve sayfamda iç içe geçmiş 4 yorumun senin adın içine gizlenmiş olarak bulunca, tek şeker alırken bir avuç şeker verilen çocuk gibi sevindim.. Sonra yoruma tıkladım.. ve okumaya başladım.. sonra, yorumun uzunluğunu fark edip sayfayı yukarı kaydırıp gönderenin sen olup olmadığını gözüme ve gönlüme teyit etmek istedim.. evet.. doğru isim doğru adres! sindire sindire yeniden okudum ve sonuna gelip sorduğun soruyu da okuyunca...:)))) hâlâ gülüyorum..
Ben senin, seni etkileyen dinlediklerini okuduklarını ve hatta yaşadıklarını her hatırlayışında çoğalttığını biliyorum. Çünki seni tanıyorum ben..!!.. Sadece bunun ispat edileceği bir delilim yoktu..
Hani hep beklediğin bir haber vardır postacı yolunun gözlenmesi gibi.. Tabii sözün gelişi bu .. halbuki ne güzeldi o postacıların yolunu gözlemek.. !! Bak bununla da ilgili neler neler yazılır kim bilir??
İşte aynı o yolu beklenenin getireceği name gibi beklerim çoğu zaman yorumlarını sevgili Mehmet.. PAYIMA DÜŞEN ödülü ALMAK İÇİN!!
Ahh! Canım Hoca'm, bu kaza sizin başınızdan geçmişti yanlış hatırlamıyorsam. Çok üzülmüştüm yine içim parçalandı okurken. Ama edebi açıdan bakınca "kısa metrajlı ödüllü(!) bir film" olmuş. Yine konuşturmuşsunuz kaleminizi.
Hastaların doktorlarına aşık olduklarını biliyorum. Hatta doktorların da bu konuda pek masum olmadıklarını düşünüyorum.:)
Sizi seviyorum
Güzel Çınar'ım.. benim çınar gibi dostum merhaba.. Google+1 denen facia mı facia bir sayfayı, zar zor, neredeyse yaka paça dövüşerek sildikten sonra, GOOGLE denen .. (neyse yazmayayım şimdi buraya) beni cezalandırdı kendince. Mesela youtube ile olan tüm bağlantılarımı kesti.. videolarıma yasak koydu.. Ayrıca yazılarıma gelen yorumlarımı da zaman zaman gmail sayfamda yayınlamadan, bloğun "denetleme beklenen" sayfasına atmakta. O sayfayı görebilmem için mutlaka sayfamda aleni bir hatanın oluşması ve benim kayıtları açmam gerekmekte.. ki, bekleyen yorumu görebileyim.. Yani Kış kışlığını yapmadı bu yıl ama puşt puştluğunu her mevsim yapmakta anlayacağın..
Bu arada, kısmet olmasını dört göz beklediğim tanışma günümüz gerçekleşmediği halde, olayı hatırlamana şaşırmadığımı söylesem yalan olur.. Doktorlar konusunda ise, fikirlerim pek müspet değil ne yazık ki :))))
Gülsen hocam, geç kaldım biliyorum ama geç de olsa buradayım...
Kısa metrajlı ödülsüz film'inizi izledim, evet, aynen böyle, izledim... O canlı, etkileyici satırlar, müzikle de birleşince bir rüzgara kapılmışım gibi hissettim. Bu duygu rüzgarı beni aldı, sarıp sarmaladı, sonra da fırlatıp attı, hem de nereye dersiniz? Taaa "Albümdekiler"in içinde, o çok üzüldüğüm, okurken içimin yandığı, beni ağlatan satırların bulunduğu sayfaların arasına... Ben yine o duygularla okudum bu dönüşümlü senaryoyu... Ve ben yine aynı şekilde çok üzüldüm Gülsen hocam...
"GEÇ KALDIM" denmesini anlamam mümkün değil.. nereye geç kalmak? neye göre geç kalmak?
Sevgili Anjelikam, Burası muhabbet köşesi .. Muhabbete geç kalınmaz, iştirak edilir.. Senin yüreğimi okuduğunu biliyorum ben, sayfalarımı okumakta geciksen ne olur? Biliyorum ki beni ve yazdıklarımı okumayı sevenler, günü gününe.. hatta saati saatine de okusalar yazdıklarımı belki de aylar sonra yine yeniden okuyorlar..
İsterdim ki .. keşke her okuyuşunuzda yeniden yorum yazsanız..
Yorum Gönder