"damar" ın, bedendeki kanın veya besleyici sıvıların dolaştığı kanal olduğunu herkes bilir de, farkında olmadan, hep bambaşka anlamlar içeren cümleler kurmak için kullandığını pek farketmez.
Gerek mermerde gerekse tahta kesitlerinde renk ayrılığını gösteren dalgalanmaya da damar denir meselâ. Yer altında madenlerin bulunduğu katmanların da adı damardır aynı zamanda.. altın damarı gibi.. veya mecaz olarak yer üstünde zenginliği temsil eden altın damarını bulmak gibi!!..
"damardan girmek" denir tam anlamı ile bir şeyin etkili olmasını sağlamak ya da belirtmek için..
"damarı tuttu" der genelde anneler veya ebeveyn kişiler, evdeki yeni kişilik kazanmaya başlayan minik bir inat için!..Ya da kesinlikle boğa/oğlak burçlarından olanlar için!!
"damarı bozuk" ise, soyu sülâlesi ve huyu pek muteber olmayanlar için kullanılır genelde..
"damarına basmak" pek tavsiye edilmeyecek bir eylem olsa da yapılması sadistçe bir zevk verebilir.. :)..
"damarına işlemek" ise herhangi birisinin veya bir şeyin etkisinin derinliğini anlatmaya yarar.. hasislik damarı - şairlik damarı - şah damarı - eşşek damarı - gibi benzetmeleri çoğaltmak da mümkün..
Bir de ar damarı vardır!
Nerededir?.. veya nerde olması gerekir?.. çatlar mı patlar mı.. donar mı???? Hani ar damarı çatlamış denir ya genelde edebini yitirenlere.. Kimin edebine göredir o yitirildiği düşünülen edep bilen var mı? Kim tartabilir? Ölçü birimi nedir??
İnsan, kendisine yakıştıramadığı davranışlar içinde debelendiğinde bile, ar damarında bir değişiklik olmuyorsa, yani mahcup olduğu anlarda bile yine ve hâlâ ar’ına düşkün bir insan ise, o zaman, değer verdiklerini kaybetme korkusudur, ar’dan anladığı, arsız zannedilme riskini bile göze alarak..
Arsız tabiri, herkesçe bilinen, bulduğu ile yetinmeyen, gözü aç, belki yüreği de aç olan ve insanları rahatlıkla rahatsız edebilen tipler için kullanılır genelde..
Amma ve fakat.. benim için, o arsız ile benim anladığım ar’sız çok farklı.. Bir insanı sevmek, aşık olmak, hayranlık ötesi esir etmek gönlü … kişiyi ne arsız ne de ar’sız eder bence..
Ama ben pek çok kriterlere göre cemiyetin farklı bölümlerince ar damarı çatlamış bir kadınım.. ayrıca taşra kökenli insanlar nezdinde de arsız bir kadın olabilirim!!.. Çünki, ne aile terbiyeme hele hele ne de mesleğime, hiç yakışmasa da, ağzı bozuk bir kadınım ben.. çok ama çok rahatlıkla, hak edene anında hürmetlerimi sunuveririm..
Yüzü kızaran insanlara (hem de bu devirde) hayranımdır meselâ.. Her ne kadar bunun ten rengi ile ilgili olduğunu bilsem de, (esmerlerin avantajıdır bir yerde bu) yetiştirilmenin ve karakterin de katkısı olduğunu biliyorum..
Bugüne kadar benim de yüzüm çok çok nadir olarak kızarmıştır.. ya, hiç hak etmediğimi düşündüğüm bir iltifat edildiğinde, ya da.. yanında çok ender olarak sessiz kaldığım bir insanın bana bakan gözlerindeki titreşimleri gördüğümde!.
Ancak, hak ettiğine inandığım insana, lâyık olduğu kesin benzetmeleri yaptığımda, asla … değil kızarmak pembeleşmez bile yanaklarım!..
OF...offf! .. Aslında damarı sorgulamak değildi anlatmak istediğim yazıma başlarken, aklıma geldi yazıverdim .. Sizler tanıdız beni artık... lâfı uzatırım genelde taş-gedik ilişkisinin hakkını verebilmek için!!
Ne çok şeyi sorguluyorum şu son günlerde anlatamam… Hâlâ neden yaşadığımın sorgulaması da var içlerinde meselâ, örneğin, temsil!!!..:)
Sonra sıraya girmek için yarışan onlarca soru… Hoş bir şey değil gayet tabii. Hele de benim gibi pozitif enerji yüklü, çoşkusu abartılı bir insan için… Hele hele aşkı kutsal bir emanet gibi, tanrının sevdiği kullarına verdiği en büyük lutuf gibi algılayan ve saklayan bir insan için… ve yaşamın her anından zevk alan, bir gönlü hoş tutmanın, bir ibadetle eş değer olduğunu söyleyen ve yazan bir insan için…Yani benim için!.. Ne kadar saçma görülebilecek bir sorgulama.. Kendimi gereksiz ve çaresiz gördüğüm için değil bu. Gereksiz görülebileceğim günleri görmemek için!.. Hafızalarda kimine göre arsız kimine göre ar’sız bir kadın olarak yer etmemek için.. Adına her ne denirse densin .. yaşlılık psikolojisi mi.. terk edilme korkusu mu… yalnızlıktan bıkış mı… tek başına olmanın bir anlamda ne b.ktan bir şey olduğunu sonunda anlamak mı???
bilemem!
Sanki, rayların ritminde sallanarak, çığlık gibi düdüğünü öttürüp giden bir trenin, yılan gibi kıvrıla kıvrıla kavşaklardan dönüp uzaklaşmasını izler gibi, yaşama zevkimin tüm cazibesi ile o trende gittiğini seyretmekteyim bir dağın tepesinden.. Ve babamı hatırlıyorum.. "dağın ardı" derdi ebedi yolculuk için.. Anlamazdık .. bakardık yüzüne beş meraklı çocuk!.. anlatırdı..
"Bir adamın yolu bir köye düşmüş bir gün.. tarlaların içinden geçerken, köyde mezarlık olmadığı dikkatini çekmiş.Akşam köyün kahvesinde çayını içerken "mezarlık nerdedir?" diye sormuş.. Köyün en yaşlısı "bu köyde ölen olmaz ağam demiş.. sırası gelen kalkıp şu dağın ardına gider gözden kaybolur bir daha da onu gören olmaz" diye cevaplamış.. Adam şaşırmış ama çok da sevinmiş.. oh ne alâ.. ölüm yoksa o zaman ben bu köye yerleşirim diye düşünmüş ama işini sağlam tutmak için "iyi de o dağın ardına gitmek istemezse insan ne olur?" diye yinelemiş sorusunu.. "Yok beyim kimse zorlamaz o gideni canı isteyen kalkıp gider" demiş köyün yaşlı bilgesi..
Ve böylece, bizim yolcu köye yerleşmiş.. gel zaman git zaman... köye yaptığı hizmetler dillere destan olmuş.. O da, nasıl olsa ölüm yok diye düşünür mutlu olurmuş!!
Aradan uzuuun yıllar geçmiş bir gün ektiği fidanların orman haline gelen ağaçları arasında dolaşırken dağın ardından batan güneşe takılmış gözü. bir el görür gibi olmuş kendisini çağıran! ve başlamış dağa doğru yürümeye.. civardaki köylüler koşup gelmişler yanına.. "ağam nereye.." diye sormuşlar telâşla.. "bir gidip bakayım dağın ardına" demiş adam, "şu bana gel diye el sallayan kimdir? " ve... dağın ardında gözden kaybolmuş..
**
Biraz önce neredeyse 5 aydır omuzumdaki sorun nedeniyle yapamadığım bir şeyi yapmak istedim. Piyanomun kapağını açıp oturdum. Kulaklarıma üşüşen melodiler, besteye dönüşmek için tuşlara aktarılmayı sabırsızca beklerken;
kol, verdiğim komutları dinlemeyince, ısrardan vazgeçtim ..usulca, sanki biri duyacakmış gibi, "iyi ki şimdi çalmaya başlayamadım" dedim. "Yoksa fildişinize zarar verirdi gözümde biriken.. damladığı yeri sarartır bilirim.. "..
Kapağını kapatırken de, .. bu kapatışı tanıyorum ben diye geçirdim içimden.. Oysa, sadece bir besteye acıkmıştı yeniden yüreğim!
Olmadı. Belki bir gün, .. de diyemem artık!!
25 yorum:
Güzel bir pazar sabahı yazısı daha. Omuzunuz için üzüldüm. "KÖY" öyküsünü de çok beğendiğimi söylemeliyim. Teşekkürler.
Yazılarımı beğenmeni önemsiyorum sevgili Alizafer.. ben de teşekkür ederim.
Sevgili Öğretmenim ,damarlar konusu ne kadar etkili ve derin yazınızda."Ar damarı" sözünü çocukluğumda duyduğumda çocuk saflığı ile şakaklardaki damarlarda çatlak sanırdım.Bir de derlerdi ki "kadının ar damarı çatlamasın "ar damarını sadece kadınlara özgü sanırdım...
Hikaye ,çok güzel;zamanı gelince o eli göreceğiz.Işığa doğru arkamıza bakmadan yürüyeceğiz...
Yine düşündüren,çok düşündüren yazınız için çok teşekkürler,omuz hanıma da...Seviler Canım Öğretmenim.
yorumları okurken, eğer kişileri sanal olarak değil de gerçeğini tanıyorsam, onun sesi ile okuyorum..
Şimdi senin yorumunu da, o nazlı kısık sevecen sesinle okudum..
Teşekkürler Arzu'm..
Bir gün, sırası geldiğinde; o kapak kalkacak ve ... gerisini yazmak bile istemiyorum. Sadece o anı yaşayacağımı çok iyi biliyorum. Ve yüreğim bir kuş gibi çırpınıyor bu yolda.
Biliyor musun Kocayüreklim?
Yazılarını, yazı okur gibi okumuyorum. O piyanonun başına hangi kıyafetle gittiğin ayrıntısını bile garip ama sanki biliyorum. Sanki kapağı ben kapatıyorum, şimdi olmaz diye, ne garip değil mi? (Kendimi fazla önemsediğimi düşünenler olabilir bu yorumu okuduğunda ama yine de yazmak istedim, ne derlerse desinler diyerek)
Omuzların ağrıyor mesela. Ağrır tabi bu çok normal. Yıllarca orada birikenler, alooooo diyor belki de, ne bileyim işte....deliliğime ver hiç olmazsa.
Koccaman sarılıyorum.
inan bana sen geldiğinde, geceliğimle bile gitmeye razıyım piyanomun başına!! zaten çok samimi bir itirafla, beni dinleyenlerin arasinda ah keşke .... de olsaydı dediğim o kadar az kişi var ki Ecem.. satırların arasında gizli bir dua var gibi geldi bana!! "amin" dedim!!! :))
Toplumca mı biçilmiştir bilmem o ar damarının sınırları? Yine ar'sız veya arsız olmanın da kuralları mı vardır yazılı? Hiç sanmıyorum, zaten siz de pek güzel özetlemişsiniz; bu sınırları daha doğrusu çerçeveyi belirleyen kişinin kendisi. Bu sebeple karşıdaki/nin/lerin ne düşündüğünün ne önemi var? Önemli olan yüzümüzün kızaracağı durumların neler olduğunu bilmemiz değil midir? Ve sadece bu bile yeterlidir insanın kendi içsel sınırlarını çizebilmesi için.
Yazınız konuya giriş şekli itibariyle çok güzel, dağ öyküsü mükemmel, su gibi okunuyor yine her bir satır. Ama bazı satırlar var ki sizden duymaya alışkın olmadığım satırlar... (Hala neden yaşadığınızın sorgulaması gibi)
Piyanonuzun kapağı hiç kapanmamalı, ne kendinizi ne de sizi dinleyenleri bu zevkten mahrum bırakmamalısınız. Yürek, sebebi farklı yeni bestelere de yeniden acıkabilir, belki bir gün, neden olmasın?
AHH ORKİDEM AH!! yorumunu okurken yüzümün ifadesini görmeni ne çok isterdim.. iyimserliğine mi desem... benim tescilli bir foolish olduğumu anlamana mı??? güldürdün beni.. :)) İyi ki varsın!
Gülsen Hocam, bende yazınızı okurken, bir an çocukluğumda babaannemin sıkça söylediği "her taş yerinde ağarır!"ile "ar, "ar/lı olmak" arasında hep yakın çağrışımlar olduğunu düşünüp bir türlü gerçek anlamları konusunda ayrıma varamayışlarımı anımsadım!ne demek istiyor ki babaannem der dururdum!..:)çocuk aklım "yerinde taşlarla!", ar ve ar/sız ı karıştırırdım:)sanki birisi ak diğeri de kara imiş gibi!gelirdi:)
zamanla ar/lı görünenlerin arsız! ar/sız bilinenlerin de tam tersi arlı olduklarına tanık oldum!..Maskesiz duygular/ın, en içten ve doğal davranımlar/ın..hele ki adam gibi adam olmanın ölçütünü belirleyen şeylerin sınırlarını hangi toplum kuralı belirleyebilir ki!..O kuralları da koyanlar insan değil mi ki!..her gün tv.larda haber bültenlerinde görüyoruz o kuralları koyanları!.. ama siz öylesine güzel ifade etmişsiniz ki "Ar damarı" sözünü...Benim düşüncelerim çok yavan kalır..
Bu arada, eminim ki o piyanonun tuşlarına dokunmayı ne çok özlediniz, bunu tahmin edebiliyorum..Ama Ecehan gibi ben de tamamen omuzlarınız buna izin verdiğinde...
Yine düşündüren çok güzel bir yazıydı Gülsen Hocam..En kısa zamanda omuzunuzun ferahlaması dileklerimle...Sevgiler, saygılar biricik öğretmenim...
senin, her konuda hayran kaldığım düşüncelerin nasıl yavan kalabilir Esin'im? Gerçekten fikirlerini önemsediğim kaliteli yazılarından ve de zevklerinden esinlendiğim insanlar içindeyken.. :))
O aklında kalan teşbihi ben, herkesin kendi çevresinde tanındığı yerde önem taşıdığını belirten "taş yerinde ağırdır" diye bilirdim.. bu da benden armağan!! :)))
çok daha aklıma yatkın gelen bu armağanınızı hiç unutmayacağım Gülsen Hocam:))
sevgilerimle...
o bahse konu "ağırlığı" her yerde hissedilen bir insana özgü cevabın için teşekkürler sarışınım!! :))
Belkide omuz değilde daha 'ruh' hazır değildir sevgili hocam.
nazlı gülüm.. belki de haklısın bilemem.. ama ruhu tetikleyen ortam olmasa benim o tuşlarla ne işim olur??
Her şeyden önce sizin sahip olduğunuz cevherle her daim üretme olasılığınız olduğunu hatırlatmalıyım size:)
Olur hocam olur olmasına ama...olmayacaksa da "varsın olmasın", olanı yanıma kâr desek, şu geçmiş ve geleceğe dair kuruntuları silsek diyorum..
Mevlana’nın demesi gibi akla fikre kapılmayıp derin düşüncelere dalmadıkları için her bağdan kurtulup, hürriyete kavuşanlar gibi olsak..
Ya da ne bileyim şu meselâ, örneğin, temsil:) yollu sorguların yolunu kessek diyorum hocam:)
ne güzel olmaz mı?
Hem sahip olduğunuz cevherle neler üretebileceğinizi düşünsenize siz:)
Yazınızı okudum. Etkilendim, hüzünlendim, dertlendim de. Zaten duygu yoğunluğum çok fazla bu günlerde. Yorum bile yapacak gücüm yok sanki... Size sağlık, moral ve güç vermesini diiyorum Allah'tan. Sağlıcakla kalınız.
bir ara bana gel Lodoscum (ne zamandır geleceksin söz aramızda) ve... kulağıma söyle şu bende var zannettiğin cevherleri..
çok ciddiyim.. :)))
Yorgun olduğunu bilmesem.. de anlardım bu yorumundan yorgunluğunun derecesini sevgili Anjelika'm..
İlk defa ne diyeceğimi bilemedim..
"amin" den başka..
o da ne demekse..
ben bu yazıya yorum yazamayacağım sadece dilekte bulunacağım amin diyeceğin...
ne için amin dediğini pek anlayamasam da, yukarıdaki anlamıştır ... ve ne için dediysen kabul olur umarım.. :))
(veee.. torunlar uyanmamıştır inşallah!)
Merhaba efendim,
Nazik yorumunuzdan sonra, bloğunuzu ziyaret onuruna eriştim. Dost listemde yer almanız bana gurur verecek.
Sevgi ve saygılar sunarım.
Güzel sözleriniz ve Ziyaretiniz sevindirdi beni sevgili Mehmet Bilgehan Merki.. Hoşgeldiniz.
Tüm ruhumu, beynimi doldurdum satırların arasında, azıcık sızlatsa da, yüreğimde süzdüm tüm cümleleri..
Damarı boş lafını ben genelde siyasiler için kullanırım (kansız demektense) yazılarımda, sizin yazınızı okuyunca damarlarımın soğuduğunu hissettim ara ara, bana göre çok gerçekti, belki son zamanlarda okuduğum en gerçek yazı..
Diliyorum en kısa zamanda siz o fildişi tuşlara dokunurken ben yüreğimi ferahlatacağım sevgili hocam..
Saygılar sevgiler...
AZ ÖNCE UZUN UZUN KONUŞTUK .. YAZMAYI DÜŞÜNDÜKLERİMİN HEPSİNİ SÖYLEDİM..
DİLEĞİNİN SEN DİNLERKEN KABUL OLMASINI İSTERİM SEVGİLİ TUFAN.
Amin dediğin iyi olmuş öğretmenim;besteye acıkan yüreğine omzunun ve de hiçbir şeyin engel olmayacağı,sağlıklı bol ilhamlı verimli günler dilemiştim allahtan:)
Yorum Gönder