22 Temmuz 2014 Salı

dilsiz hüzünler..

Televizyon, evimin en az kullanılan eşyası.. Belki de bu nedenle "yıldırım" denen doğal afetin bu evde sadece beni ve televizyonu yok etme isteğine bir anlam yükledim kendimce :)  
Yaz ayları tamamen kapalı duran, Eylül ayından itibaren duruma göre haftada sadece iki ya da üç gün saat 20.30 – 23.oo arası açılan bir kara kutu! O süreyi bile hakkını vererek değerlendirmeyi beceremem çünki filmin, ya da dizinin bittiğini benim takılı kaldığım kurgularım bittikten sonra fark ederim.
Bu gece, yatak odamdaki küçük anteni üstünde takılı olduğu için yanmayan televizyonda, seyretmesem de olur diye göz gezdirdiğim, adını sanını bilmediğim bir dizide ya da filimde, tüm evlerin kapıları önünde çöp poşetleri atılmış  o daracık o pis sokakta, tahta kapıya sarılan sarmaşık gül ve tahta kapının dibinde yetişen leylakta   takılı kaldım.

O kadar güzellerdi ki, o çirkinliği fakirliği pisliği bir anda yok etmelerinin mucizesini, ister istemez, bir çiçeğin benim yalnızlığımda yarattığı mucizelerle kıyasladım.      

Sonra,  köşeden dönen ve sokağı tanımakta zorluk çektiği her halinden belli olan bir adamın kapıdaki o sarmaşık gülü görünce tereddütlerinin kayboluşunu seyrettim peşinden.. Bir süre seyrettiği bu dibinde leylak yetişen eski tahta kapıya çekinerek tak-tak vurduğunda, sanki dün çıkmış gibiydi evden!

Kapıyı açan yaşlı kadın, elini uzatıp dokunmak istedi önce, inanmak için gelenin "o" olduğuna!.. ama yapamadı.. Sonra, içeri girenin peşinden gidip dizinin dibine ilişiverdi. “aç mısın?” diye sordu.. Halbuki kapıyı açtığında zor tanımıştı oğlunu.. Kokusunu ona belli etmeden içine çekip sordu.. “sobayı yakem mi?”.. orada koptum filimden!.. Film bittiğinde, ben hâlâ o soğuk, karanlık, rutubetli duvarlarında yılların kirli izi duran o odadaydım..

Hep böyle oluyor nedense bir kitap okurken kitabı göğsüme kapatıp başımı arkaya yasladım mı o kitabı bir de ben yazıyorum kaldığım takıldığım yerden!! Genç kızlığın kavak yellerine meydan okuduğu o yıllarda da, kardeşimle beraber okuduğumuz romanların sonlarını beğenmezsek ayrı ayrı kağıtlara kendi kurguladığımız sonları yazar romanın son sayfasına yapıştırırdık!  (Belki sizler de, çok yakında yayınlandı müjdesini vermeyi umduğum romanımın "son" unu beğenmezseniz, kendi yazdığınız ve olmasını istediğiniz "son'u"  romanımın son sayfasına yapıştırırsınız.. :))

Şimdilerde ise, çoğu zaman, “nasıldı film ama anne?” diye kendi beğenisine tasdik bekleyerek soran oğluma tam, “ne filmi?” diye soracakken, bir film seyrettiğimizi hatırlayıp, “güzeldi gerçekten” diye cevapladığımda.. yalanımdan utanıyorum!.

Bugünlerde, içimde hep bir ağızdan konuşan kalabalığı susturmakta zorlanmaktayım..  Rahatsız edici bir uğultuyla yaklaşmakta hüzünlerim!.  Vapurların sis düdüğüne, ya da, her duyduğumda beni geçmişe götürüp orada bırakan tren sesine benziyor uğultuları.. Sonra çok uzaklardan gitgide yaklaşan bir çığlıkla gelip, suratıma vuran bir şamara dönüşüyor dilsiz hüzünlerim.






4 yorum:

nihansu dedi ki...

Ben de okuduğum bir kitapta ya da seyrettiğim bir filmde kendi içimde bir yolculuğa dalarım. Kimi zaman kendimi kahramanların yerine koyarım, ben olsam ne yapardım diye düşünürüm, kimi zaman kahramanla kendimi özdeşleştiririm kimi zaman da kızarım küserim kendi içimde. Her film her kitap kendi içimizde yaşadığımız bir senaryo sanki. Ne var ki ben hep mutlu sonlar üretiyorum, hüznü yok sayıyorum. Sizin kendi iç dünyanızdaki yolculuklarda hüznün size yol arkadaşı olmamasını diliyorum ve dağılsın diyorum. Hep güzel anlar canlansın zihnimizde, zor belki ama ruhun gıdası kafi miktarda hüzün ve fazla miktarda kahkahalar..
Hüzünsüz sağlıklı günlere Mamim..

Akgül Çubukçu dedi ki...

Hüzünler seslere bürünerek açığa çıkmadığı sürece, içten kemirerek yıpratıcı oluyordur belki de Gülsen hocam... Hangisi daha katlanılabilir bilmiyorum, sessiz içten kemiren hüzünler mi, yoksa uğultularıyla beyni zorlayanlar mı? Bu duygulara söylenecek söz pek yok sanki. Hüzünleri bir yerlere atmayı, ya da kapatmayı hep bilmişsinizdir siz, hadi bunların da hakkından gelin artık, teslim olmayın onlara. Siz bütün hüzünlerden daha güçlüsünüzdür, biliyorsunuz... Sağlıklı ve sevgi dolu günler sizinle olsun. Sevgilerimle...

Esin Bozdemir dedi ki...


Sevgili Gülsen Hoca’m, bazen bende de öyle anlar olur ki, kafamın içinde atlı karıncalar cirit atar adeta!. Sesler ayrı, görüntüler ayrı ayrı uçuşur durur!. Ne okuduğumu ne de izlediğimi anlayabilirim o anlarda. Sizin beyninizdeki kurgular gibi benim de beynimin labirentlerindeki kurgular beni öylesine esir alır ki, dizi filmlerinde reyting kaygısı ile basite alınmış o sıradan kurgulardan/hikâyelerden çok daha baskındır !. Çünkü benim kurgularımın da gerçeklikle bağları oldukça fazladır. Ancak ve ancak çok etkilendiğim bir hikâye, bir görüntü, bir ses, bir dokunuş beni içine alabilir. O’nu o zaman içselleştirebilirim. Yolculuk içinde kendi yolculuklarımın izini sürerim. Bu yüzden sürekli izlediğim takip ettiğim bir dizi yoktur. (Tv. de gezinirken o an tesadüf karşıma çıkan bazı ilginç sahneler hariç!) Nasılsa o basit dizileri bedenim seyredecek ama ben hiç birini duymayacağım, göremeyeceğim, bu yüzden zamanımı çalmasına izin vermem. Onun yerine ilgimi çeken biyografi türü ya da farklı kültürlerin ve yaşamların izlerini bulacağım, ilginç ve sıra dışı yaşamları konu eden sinema filmlerini izlemeyi tercih ederim…

Sevinçlerimiz gibi hüzünlerimiz de hep yanı başımızda! Çünkü, yaşadığımız, hissettiğimiz her bir duygu hayata dair, insanca. Ve bazı hayatlar da hiç sıradan değil!. İşte bu yüzden iyi ki sanat var. Sanat içimizdeki o yükleri alıyor bir anlamda. Ve siz o duygu yüklü yüreğiniz ve usta kaleminizle; hüzünlerinizi, sevinçlerinizi, hayallerinizi ve içinizde birikenleri öylesine güzel aktarıyorsunuz ki Gülsen Hoca’m. Böylece onlar artık sadece sizin değil!.. Her bir hece, her bir kelime, her okuyucunun önce gözlerine sonra yüreğine oradan hayallerine ve kendi yarattığı dünyanın içinde bir yer edinip kuruluyorlar yüreğimize baş köşeye!. Bu yüzden romanlarınız derin izler bırakıyor gönüllerimizde. İyi ki varsınız, iyi ki yazıyorsunuz. Yeni romanınızı heyecanla bekliyorum. Çünkü siz, özel olarak zaman ayırıp okunmaya, tekrar tekrar okunmaya ve yaşanmaya değersiniz.

Yaşamınıza, sevinçler, kahkahalar, güzellikler katan, yepyeni hikayeler anılarınız olsun. En derin sevgi ve saygılarımla…

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

İnsanlar vardır, ömründe hüzün ırmakları akan ve bunu doya doya içen, içmesini bilen, susuzluğunu gideren... bununla kalmayıp, başkalarının hayatlarını da aydınlatan. Diyeceğim, hüzün kötü bir şey değildir sizin gibi beslenenler için... yoksa hayatın bir anlamı kalır mıydı?..sizin gibi sanatçılar için...

Ben de yeni romanınızı heyecanla bekleyenlerdenim sevgili hoca'm, müjdeli haber ne zaman?

Size ve aileye sağlıklı, huzurlu,
mutlu bir bayram dileklerimle... sevgiler