17 Haziran 2015 Çarşamba

Yüreğimdeki kayık..

 Lisedeki ilk edebiyat dersimizi hiç unutmam.. Elleri kolları kitaplarla dolu sınıfa giren kıvır kıvır dağınık saçlı, ön dişleri sararmış, seyrek.. biraz tıknazca,  gözlüklü  edebiyat öğretmenimiz, tahtadaki “Ders: Edebiyat” yazısını görünce edebiyat kelimesini silip yerine “Türkçe” yazmıştı.. Ve, "Türkçeyi hatasız konuşup yazmayı öğrenmeden, edebiyatı öğrenmek ve anlamak mümkün değildir" demişti..
Aradığı kitabı ve kitaptaki sayfayı bulana kadar, kızların pek çoğu kıkırdamaya, eller gözler oynamaya başlamıştı.... ki, öğretmenimiz bir şiir okumaya başladı.
Birden... Flaş patlamış gibi bir etkisi oldu!.  Çakan bir şimşeğin akabinde duyulan o muhteşem sesi duymuştuk sanki.. Büyüleyici.. Esir alan... Koruyan.. Hükmeden, seven, müşfik, hoyrat!.. "Annabel Lee" idi okuduğu şiir..  'Çok çok seneler önce.... sen çocuk.. ben çocuk.. o deniz ülkesinde" diye başlamıştı..
Tıpkı bir kumsalda ayakta dururken, bir dalganın insanı hiç sarsmadan olanca gücü ile vurup geri çekilişindeki, ayaklar altında oluşan o boşalmanın sarsıcı etkisiyle tanıştım.      
16  yaşında, aşık olunmadan da bir erkeğe hayran olunabileceğini, bunun da sadece duygulara hitap edilmesi ile mümkün olabileceğini öğrendim..   
Gittikçe uzaklaşan bir gök gürültüsünün nasıl şiire dönüştüğünü ve mevcut 14 kızı nasıl şaşkına ve bir anlamda kuzuya çevirişini hayretle izlemiştim..
Dersin sonlarına doğru,“sevdiğinizi neyin  içinde saklamak istersiniz?." diye garip bir soru sormuştu.. ve hemen devam edip,  "onun resmini yapın beyninize ve sizi terketmesini istemediklerinizi onun içine koyup saklayın” demişti o ilk dersinde.. 
       
Aman ne kıkırdamıştık!!.. Yatakhanede günlerce kimleri nelerin içinde saklayacağımızın  kahkalarla dolu sohbetleri yapılmıştı!. 
     
Çok sonraları, yaptığı bir yazılıda, son soru, “beyninize yaptığınız resim ne?” olmuştu. “Tabut” yazan salak da olmuştu “kafes” yazan sadist(!) de.. herkes bir şeyler uydurup karalamıştı.. O ana kadar bunu hiç düşünmediğim için, o gün, o soruya “kayık” diye cevap vermiştim.. 
      
Ve o günden sonra  hafızamdaki o resim, o kayık, zaman zaman su aldı, dibi delindi, küreği kırıldı, boyaları döküldü, çakıllarıma sıkışıp beni soluksuz bıraktı ama hiç batmadı..
İçinde sakladıklarımla hep içimde kaldı! 

Aradan 35 yıl geçti..
 
İstanbul'da bir resim sergisi dönüşü, ressamın minik çadırımsı atölyesinin içinden geçmemiz gerekiyordu.. Saçı başı dağınık bir adamın, kendi sergisinden dönmekte olanlara  fırça ve palet uzatıp boş tuvaller üstüne akıllarına gelen bir resim yapmalarını teklif ettiğini gördüm.. O güne kadar okullarımdaki resim derslerim haricinde fırça tuval hele de yağlıboya görmediğim halde,   "deneme"  isteği ile "öğrenme" azmi  bende hep yarış halinde olduğundan, onca reddedenlere karşılık ben uzatılan fırçaları aldım... gösterilen boş bir tuvalin önündeki küçük tabureye oturdum..  ve paletteki yağlı boyalarla tuvale bir kayık resmi yaptım!.
        Bir fransız ressamdı..  o da benim ingilizcem kadar ingilizce biliyordu!.. "neden kayık?" dedi.. Ben de "içimde o vardı" dedim.  Anlamadı!..
       Hayatımda yaptığım ilk ve son yağlıboya resimdi.. "funny" demişti aşağıdaki resmi bitirdiğimde..  

 
"Yüreğimdeki kayık" diye başlık atarken, aslında aklımdan geçen başlık, "inzivaya çekilmek" idi.. Bu sıkı sıkıya içimdeki kayalıklarıma bağladığım, bu kürekleri kırık, yan yatmış kayığa binip, ipi koparıp, içindekilerle beraber açılıp kaybolmayı hayâl ettiğimi anlatmak istemiştim.. 

           Sonra baktım ip zaten incelmiş!. hayâle bile gerek yok dedim içimden. "inceldiği yerden kopsun" !

 
 

 

4 yorum:

Çınar dedi ki...


Ahh! Gülsen Hocam, çok sevdim ben bu yazıyı... Beyninizdeki resmin bir kayık olması çok ironik. Karaya bağlı ama engin denizde salınan. Özgür ama küreği kırık, çaresiz... Yine de bir tekneye bakınca; boyası solmuş, kırık dökük, küreği kırık da olsa, insana ufka doğru yelken açmayı çağrıştırır. Sanki insan o tekneye atlayıverse koparacaktır tüm bağlarını...

Yine de bir başka bakış açısıyla; sıkı sıkıya tutunmak gerek o ipe, güçlü dalgalara karşı...


Lisedeyken boş derslerde herkes şarkı söylerdi bana şiir okuturlardı. Sınıfın ve benim vazgeçilmezimdi Anabel Lee ve Marya şiirleri.

Gücünüz, sağlığınız, yaşam enerjiniz bol olsun Hocam

Sevgiler


Mehmet Bilgehan Merki dedi ki...

Yazınızın ilk paragrafı beni çok etkileyen bir kitap alıntısına götürdü.
Fakir Baykurt'un Yarım Ekmek kitabında Alman aile oğullarının Türk kız arkadaşına ambalajı içinde bir kitap hediye ederler. Bu bizim kutsal kitabımızdır, mutlaka iyi öğrenmelisin derler. Kız "eyvah beni hırıstiyan mı yapmak istiyorlar" der kitabın ambalajını açar. Kitap Almanca Dili Grameri kitabıdır. "Bu ülkede yaşamak istiyorsan bu kitabı iyi öğrenmelisin"
Yazınızla fazla bağı yok ama aklıma geldi, paylaşayım dedim.

gülsen VAROL dedi ki...

Yazdıklarımın, özellikle kaleme almaya çalıştığım anılarımın, okuyanın hatıralarını kımıldatmasına seviniyorum sevgili Mehmet Bilgehan. Yazdıklarımla bağı yokmuş gibi görünse de.. :)

gülsen VAROL dedi ki...

Ben de bu içten bu doğal ve okunan yazıya bir o kadar da anlam yükleyen yorumunu sevdim Çınarım.. Ne güzel aralamışsın çelişkilerimi.. belki her okuyanın kendi çelişkileri ile benzerlik taşıdığı içindir.. Dileklerin için de sonsuz teşekkürler..