13 Mayıs 2011 Cuma

güzel anılarımın kılçıkları!!


Başlık akıllara çirkin şeyler getirebilir.. bu riski göze alarak attım başlığı.. Bana hak vermenizi de beklemiyorum ama okudukça ve belki güldükçe.. peşinden düşündükçe .. kimbilir belki hak da verebilirsiniz..  :)


Benim okuduğum Gazi Eğitim Enstitüsünde okulun en üst katı erkekler yatakhanesi onun bir alt katı da kızlar yatakhanesi olduğundan… Yani halk gözünde, (yobaz her devirde vardır.. da, bazı dönemlerde dili daha münasip olan bir yerdedir..) kızlarla erkekler aynı yerde yattıklarından o devirde okulun adı, en üst kattaki damın tepesinde bulunan kurşun kubbe nedeniyle “kubbeli  k..hane” olarak anılır olmuş..


O devasa büyüklükteki okulun bir baştan bir başa üst katları yatakhane idi.. aynı merdivenlerden çıkılır iyi geceler dilenir, hafif göz süzülür, kaçamak iyi geceler öpücüğü verilir.. (ben yaptımsa namerdim:)) ya da son derece mertçe “hadi çav..” denirdi.. çünki her gece Yatakhane kapısında kapı gibi bekleyen müdür muavini erkek Neclâ olurdu!

İğrenç ötesi bir sistemle yatakhaneler 40 kişiden az değildi.. 62 kişilik olan bile vardı.. bizim şube kızları yatılı olarak 19 kişi olduğumuz için fransızca ve resim bölümlerinin kızları ile beraber aynı koğuşta yatardık.. Kızlar yatakhanesinin bina boyunca uzanan geniş bir terası vardı.. ve erkek öğrencilerin yatakhane pencereleri o terasa bakardı.. !


Yaz başladığında, Fransızca şubesinin kızları son derece dekolte geceliklerle hava almaya terasa çıkarlardı gece yarısı!!… bunu bilen erkek öğrenciler üst üste pencerelere yapışıp terası(!) seyrederlerdi.. Çok kızardık elimizden gelse boğardık o kızları çünki seyredenler arasında kimlerin olabileceği fikri bazılarımızı deli ederdi.. hele kendilerini son derece Fransız(!) hisseden kız kuruları yatakhaneye dönüp parmaklarını sallaya sallaya “seninki de yapıştı cama cicim” dediklerinde tüm yatakhane üstlerine çullanırdı..


Bir gece uykumun en derin yerinde acı çığlıklarla uyandım.. kızlar yine terastaydılar ve erkekler yukarıdan üstlerine işemişlerdi!!! Bağırtıya erkek Neclâ (o da yatakhanenin özel bir bölümünde odası vardı orada yatardı) fırladı geldi.. işte o anda bütün yatakhane kahkaha ile gülmeye başladı.. ne olduğunu anlayan kasıklarını tutarak gülüyordu.. herkesin baktığı yöne baktığımda Neclâ hocanın uzun paça donla fırlayıp geldiğini gördüm.. üstü çıplaktı! Niye "erkek Neclâ" dendiğini merak eder, saçlarını çok kısa kestirdiği ve hep düz pabuç giydiği için söylendiğini zannederdim.. O gece farklı yerlerinin de düz olduğunu görünce ??? … :))

O yıllarda Beşevler ile okul arasında vasıta yoktu.. yol da yoktu..


Çakıl taşı toprak karışımı yolda yürüye yürüye beşevlere kadar gider otobüse binerdik.. ya da bahçelievlerdeki "renkli sinema"ya giderdik.. İlk yılın sonunda yol yapıldı ve otobüs seferleri başladı.. Taksi ise parmakla sayılacak kadar azdı..


Babamın Ankara’ya geldiği sayılı günlerden bir gün işte o sayılı taksilerden birine binip beni görmek için gelmeye kalkınca, ve taksi şoförüne de okulun adını söyleyince.. “hocamısın sen?” diye sormuş önce şoför… Babam da ciddi bir tavırla “hayır kızımı görmeye gidiyorum” deyivermiş…


Eeeee….her devirde her zaman münafıklar.. bademler.. liboşlar .. onun bunun adamları ve çocukları vardır .. şoför de aynayı düzeltip “kızını kubbeli k…haneye elinle verdin şimdi de ziyaretine mi gidiyorsun?” diye soruvermiş!!!.. Babam koltuğun arkasından ölümü pahasına gırtlağına sarılınca şoförün, o da, zikzaklar çizerek başlamış anlatmaya ..

Babam beni görmeden doğru müdürümüz Vedide Baha Pars’ın yanına çıkmış ve nedenlerini de anlatarak kızının kaydını sildirmek istediğini söylemiş ve hemen mecburi hizmeti de ödeyeceğini eklemiş.. Vedide hanım, rahmetli.. (o yapılan yolda geçirdiği bir kazada bu olaydan iki ay sonra kaybetti Milli Eğitim o mükemmel eğitimciyi) babamı almış ve yatakhanelerin olduğu katlara çıkartmış katları dolaştırmış ve son derece ciddi bir ses tonu ile “ben kız pazarlayan biri miyim sizce, yoksa bu eğitim camiasının müdiresi miyim beyefendi?” diye sormuş.. Babam son derece mahcup, fötr şapkasını çıkartıp takarak selâmlamış müdiremi ve özür dileyip gitmiş..


Bu olayı 6 ay sonra eve gittiğimde tatilde annem anlatmıştı.. Bir daha beni okulumdan almaya kalkmadı babam ama üç yıl boyunca bir daha beni görmeye okula gelmedi..




10 yorum:

Akgül Çubukçu dedi ki...

Gülsem mi ağlasam mı bilemedim Gülsen öğretmenim. Ama itiraf edeyim ki attığınız başlık cuk oturmuş bu anıya. Gerçekten zor ama çok kaliteli, dolu dolu bir eğitim hayatı yaşamışsınız. Önyargıları kırmak ne kadar zor değil mi? O dönemlerde böylesi zor koşulları zorlayarak sizlere eğitim veren o Cumhuriyet kadınlarını, elleri öpülesi öğretmenleri saygıyla ve rahmetle anmak boynumuzun borcudur diye düşünüyorum. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun hepsinin. Anılarınızı paylaştığınız, bir dönemi ilk ağızdan belgelediğiniz için de size sonsuz teşekkürler ediyorum... Saygı ve sevgilerimle.

Arzu Sarıyer dedi ki...

Zor koşullarda eğitim gibi değil eğitim veriliyordu...Bugün öyle okullar yok ... Ateşler barutlar ayrıldılar ,namuslar kurtulmuş mudur?...Kızların okumasına hep böyle önyargılarla engel oldular.
Bu anılarla eğitim tarihimize belgeliyorsunuz Sevgili Öğretmenim,teşekkürler...

Esin Bozdemir dedi ki...

Atatürk, “akılcı” ve “millîyetçi” dünya görüşüne sahip bir düşünür ve inkılâpçıydı.

Ne yazık ki bugün, Atatürk’ün milli bir ideal olarak göstermiş olduğu etkili ve verimli bir eğitim sisteminden giderek uzaklaşıldığını görüyoruz!..Çağın gerekleri ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun olarak milli eğitim sisteminin yeniden yapılanmasında yönümüzün ve yolumuzun belirleyicisi akıl ve bilim olmalı iken!.. yine ideolojik tutuculuğun esaretine kapılmış bir yöne doğru rotalar saptırılmaya çalışılmaktadır. Oysa bu ideolojik tutuculuk önce eğitime sonra da Türkiye’ye büyük zararlar verecektir!. . Atatürk’ü anlayabilenler, bu gerçeğin bilincinde oldukları için eğitim sorunlarının çözümünü başka ideolojilerde aramazlar.

Bugün ise ideolojik saplantılarla kafası karışmış, bireysel çıkarlar peşinde, gaflet ve delalet içinde olanlar her geçen gün dünyayı ve ülkemizi yaşanmaz hale getirmiş olduklarının farkında değiller!..

Cumhuriyet kadınları'nın içinde bulundukları o zor şartlara ve bağnaz düşünceli insanların varlığına rağmen, bilinçli bir eğitim/öğretim sistemini kavramış, evrensel düşünen ve ülküsünü ulu önderimiz Atatürk'ün açtığı yoldan alan değerli eğitimcileri saygıyla anıyorum.

Eğitimde geldiğimiz noktayı, anılarınızın perspektifi içinde yeniden değerlendirmek ve bugüne bakmak…içimde derin bir hüzün yaşattı!..en kısa zamanda yeniden Atatürk’ün çizdiği rotaya yüzümüzü çevirmemiz umudu ve dilekleri ile...

İyi haftasonları dilerim...

Saygı ve sevgilerimle Gülsen Hocam..

nihansu dedi ki...

Güzel anılarınızın kılçıklarını çok sevdim, keyifle okudum her bir satırını. Bazı kısımlarını sizden dinlemiş olmam yine de bu eşsiz anlatımı okurken heyecan duymamı engelleyemedi. Evet gülümsedim, düşündüm, bazı yerlerde içim burkuldu.
Almış olduğunuz eğitimin nasıl da yüce gönüllü ve meslek aşkı duyan kişiler tarafından verildiğine bir kez daha tanıklık ettim. Ve bazı şeylerin ve düşünce kalıplarının da malesef hiç değişmediğine...

nalan dedi ki...

Bu kez seni göremediğime tekrar tekrar üzülürken bir yandan da güldüm.Hayretle bakan kocama da seni tanımak ve şen sesin,muzip bakışınla sanki konuştuğunu bana anlattığını duyar gibi olduğumu söyleyerek okumaya devam ettim.
V.B.Pars hocayı rahmet ve saygıyla andım.
seni seviyorum gülsen Öğretmenim.İyi ki iyi ki varsın ve seni tanımak mutluluğuna erdim.

tufan dedi ki...

Büyük bir dikkatle okudum bu ibret alınacak yazınızı,okudum çünkü o okulun yıllarca kantinlerinde ter döktüm..Evet oraya kubbeli diyenleri çok gördüm,duydum,hatta gırtlaklarına sarıldım,çünkü kendi kubbesiz kerhanelerinde küfesi beş paradan gidiyorlardı..Ben kızlar yatakhanesi ayrıldıktan sonrasını biliyorum,yani yeni binayı,pırıl pırıldı akşam sekizden sonra açardım oradaki kantini,yaşım küçük diye bana aldırmazlardı,saçlarımı okşamayan öğretmen adayı hatırlamıyorum,neçok tavşan kanı çayımı içmişlerdi.Ben ülkemin gerçeklerini o kubbeli ilim yuvasında öğrendim büyüklerimden,polisin kovaladığı öğrenci abeylerimi kantinin kuytu köşelerinde sakladım,müzik bölümünden delen keman seslerini ruhumun derinliklerinde hissettim sevgili hocam,belki sizlere yetişemedim sizler öğrenciyken,o okulda da okumadım ama bende o okulun yaydığı ışıktan nasibime düşeni aldım,şimdi o günlerde oraya kubbeli diyenler kendi kubbelerinin manukyanı oldular ve bu memleketin tümünü sermayeleri yapma uğraşındalar..Ve şimdi diyorum ki o kubbenin altından yayılan işık sayesinde bu gün ülkem yobazlara karşı dim dik ayaktadır..

Saygılar sevgiler..

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Sürekli yatılı okumuş olarak, yatılı okuyan sizi çok iyi anlayabiliyorum. Ne müdürler, ne köy enstitüsü öğretmenleri gördük...O zamanların ruhu yok artık, nasıl bugünler adım adım geldik/getirildik..? Çaresi var mı? yok içimiz kanıyor!

Urcay Aslay dedi ki...

Ölüler zannedermiş ki diriler her gün helva yiyor.Cumhuriyet öğretmenlerinin nasıl yetiştiğini şimdikiler bilmez,yazılarınız hep birer belge niteliğinde gelecek kuşaklara intikal edecektir inşal-
lah..Her yönden ibret alınacak bir abidesiniz Hocam.Varlığınız Türk varlığına armağan olmuş..Varolun.
Urcay.

didem dedi ki...

Bir okulun boyle anilmasi uzucu tabi. Hele babanizin bunu bu sekilde ogrenmesi cok daha uzucu.
Ama oyle andiklari okuldan ne kadar guzel, degerli insanlar cikmis sizin gibi o da ayri.
Bu aninin kilcigi bogazima kacti ayrica:)
Sevgiler

bilge dedi ki...

üniverste sınavlarında bile kızları ayrı bir okula ayarlayan sistem ler var artık hocam..şu anda Ankara da bulunuyorum anlattığınız çakıl taşlı otobüsü olmayan yollardan gezindim de geldim ve dedimki o günler güzel günlermiş sevgili gülsen öğretmenim..